TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ VE SORUNLARI

Yazar:   Tarih:   Kategori: Alternatif Tıp 

Toplum olarak içinde bulunduğumuz çağa ayak uydurabilmemiz ve küreselleşen dünyada önemli bir yere sahip olabilmemiz için eğitim çok önemli unsurdur. Eğitimin kalitesinin yüksek olması demek, nitelikli işgücü ve dinamik bir toplum anlamına gelir. Böyle bir toplum içinde yer alan bireyler de, uygun koşullar sağlandığında ülkenin gelişimine katkıda bulunacaklardır. Bu nedenledir ki, eğitimde yapı taşı görevini gören okullar, nitelikli insan yetiştirmede ve ülkenin refah düzeyinin artırılmasında hayati bir önem taşımaktadır.

Sadece ülkemizde değil, diğer ülkelerdeki eğitim sistemlerinde de az ya da çok çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Ancak, ülkedeki eğitim sistemi sorunları, toplumun diğer alanlarını da olumsuz yönde etkilemektedir ve bu sorunların giderilmesi için mutlaka gerekli tedbirler alınmalıdır.

Şüphesiz ki ülkemizin gelişmesi ve hak ettiğimiz yere gelebilmemiz için her şeyden önce, eğitim sistemimizdeki yanlışların düzeltilmesi; eksikliklerin giderilmesi gerekmektedir. Bunun için de sorunların nereden başladığını doğru tespit etmek önemlidir.

Ülkemizde, günümüz eğitim sisteminde, kalabalık sınıflardan, yurt içindeki okul sayısı, eğitimin niteliği ve atanmayı bekleyen yeni mezun öğretmenlerin sayısının bir hayli fazla olmasına rağmen okullarda yaşanan öğretmen sıkıntısına kadar birçok sorun bulunmaktadır. Bunların yanı sıra doğrudan öğretim süreciyle ilgili olan sorunlar da vardır. Bu sorunların bazılarını, öğrencilere gereksiz bilgi aktarımı çabası ya da tam tersi eksik bilgi verilmesi, bilginin etkili bir biçimde aktarılamaması, bilginin kalıcı ve anlamlı olmaması, öğretim programlarının yoğun olması, öğrenme ortamlarının niteliğinin yetersizliği, kaynak, materyal, araç-gereç yetersizliği, öğretmenlerden, öğrencilerden, çevreden kaynaklanan sorunlar ve doğru yöntemlerin kullanılamaması olarak sıralamak mümkündür.

Tüm bu sorunları sırayla özetlemek gerekirse, bana göre, eğitim sistemimizin önündeki en büyük engellerden biri her seçim sonrasında iktidara gelenlerin öncelikle Milli Eğitimin yönetici kadrosunu hedef almasıdır. Okullardaki bu yönetici değişimleri eğitim sistemimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Eğitim politikaları günden güne değişmezse ve değiştirilmemesi yönünde gerekli tedbirler alınırsa, hedeflere ulaşmak mümkündür. Ancak, bizim eğitim sistemimiz, sürekli değişen eğitim politikaları nedeniyle ulaşılmak istenen amaçlardan giderek uzaklaşmaktadır. Yapılaması hedeflenen değişiklikler ve yeni uygulamalarda süreklilik sağlanamadığı için başarılı sonuçlar alınamamaktadır

Toplumun çeşitli kesimlerinde farklı eğitim koşullarının olması nedeniyle ortaya çıkan eşitsizlikler ve eğitim kurumlarının fiziksel altyapı eksiklikleri de eğitim sistemimizi giderek zayıflatmaktadır. Maddi imkânsızlıklar ve okulun ihtiyaçlarının karşılanması için okul müdürlerinin adeta kendi kaderlerine terk edilmesi, okul müdürlerini asıl görevleri olan eğitimden uzaklaştırmaktadır. Okul müdürleri artık “ okuldaki eğitim kalitesini nasıl yükseltebilirim?” sorusuna cevap aramak yerine “ okula hangi yollarla kaynak sağlayabilirim?” sorusuna odaklanmış bir vaziyettedirler.

Türkiye’deki eğitim sisteminde yaşanan maddi sıkıntılar, okulların eğitim kalitesini ve gerek idarecilerin gerekse öğretmenlerin kaliteyi yakalamak konusundaki çabalarını ciddi ölçülerde baltalamaktadır. Hâlbuki eğitim için harcanacak her kuruş, ülkemizin gelişimi, kalkınması, nitelikli işgücü, kısaca geleceğimiz için bir yatırımdır. Bu açıdan bakıldığında ülkemizin eğitimi için kaynak ayırmak son derece önemli ve öncelikli bir konu olarak ele alınmalıdır. Özellikle son yıllarda bütçeden eğitime ayrı> kaynaklarda artış olduğu ifade edilse de, ülkemizin okul çağındaki genç nüfusunu dikkate aldığımızda ayrı> payın çok yeterli olduğu söylenemez.

Genç nüfusun hızla çoğalması, eğitim sistemimizin başarıya ulaşmasının önündeki önemli engellerden biridir. Ülkemizdeki mevcut okulların sayısı, bu okullarda görev alan öğretmenler ve okullara ayrı> ödenekler ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Okulların çoğu öğrencilerin sosyal ve bedensel açıdan gelişimini sağlayacak ideal fiziki koşullara sahip değildir. Temizlik elemanları yetersiz, teknolojik imkânlar sınırlıdır. Okullarda kalabalık sınıf mevcutları okulun olumsuz fiziki koşulları ile birleştiğinde farklı sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde kendi çalıştığım kurumun fiziki ve teknolojik imkânlarını çevredeki okullarla kıyaslayıp şartlarımızı iyileştirmek adına yaptığımız bir araştırmada elde ettiğimiz bulgular da bunu doğrulamaktadır. Yaklaşık 10 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulmuş olan ve 970 öğrencisi bulunan bir ilköğretim okulunda toplam 44 bilgisayar, 2 projeksiyon bulunmaktadır. Öğretmenler dışında bu okulda görev yapan personel sayısının da 12 olduğu belirtilmiştir. Okulda bir kütüphane olmasına rağmen henüz hiç kitap bulunmamaktadır. Bu durum okullarımızın mevcut şartlarının yetersizliğini ortaya koymaktadır. Araştırıldığında bu gibi okul örneklerini çoğaltmak mümkün olabilir.

Okullarımızı öğrencilerin temel fiziksel özelliklerini ve ihtiyaçlarını dikkate almadan yapılandırmamız mümkün değildir. Eğitim politikaları, sınıflardaki öğrenci mevcutlarının kalabalık olması, okulların fiziki ve teknolojik imkânsızlıkları, öğretmen ve öğrencileri büyük ölçüde olumsuz etkilemektedir. Çünkü sınıf içinde uygulanan yöntem, teknik ve stratejiler mükemmel olsa bile, fiziksel yeterlilik sağlanmadığı sürece o okulda verimli bir eğitim-öğretimin gerçekleşmesini beklemek güçtür. İçinde yaşadığımız çağ, sürekli değişim ve gelişimi öngören, teknolojik alanda son sürat gelişmelerin yaşandığı bir çağdır. Okul dışındaki zamanlarını teknoloji ile iç içe geçiren öğrencilerimize okulda da aynı imkânları sunmak ve onlara farklı öğrenme ortamları yaratmak gerekliliği kaçınılmazdır.

Okullarımızın bu temel fiziki şartlarının yetersizliğinin yanında, uygulamada da sorunlar mevcuttur. Başka bir ifadeyle öğretim sürecinde kullanı> yöntemler, tutum ve davranışlar ve yapı> programlarda da bir takım sıkıntılar mevcuttur.

Şu an uyguladığımız müfredat, öğretimin daha çok öğrenci-merkezli olarak yapılmasını, öğrencinin aktif olarak derse katılımının sağlanmasını öngörmektedir. Yeni sisteme göre öğretmen tek bilgi kaynağı olarak görülmemeli, aynı zamanda bir yol gösterici olarak hareket etmeli, öğrenciler bilgiye nasıl ulaşabileceğini, neyi nasıl öğreneceğini ve neleri üretebileceğini fark edebilmelidir. Bunun sağlanabilmesi için her öğretmen kendi alanına hâkim olmalıdır. Öğretmenler uyguladıkları yöntem, teknik ve stratejiler açısından devamlı kendilerini güncellemeli; çağın gerektirdiği teknolojik donanıma sahip olmalı ve bunları etkin şekilde eğitim-öğretimde kullanabilmelidirler. Bu yeni sistemin uygulanması özellikle bu iki noktada tıkanmaktadır.

Birincisi öğretmenlerin yeni sistemi ve müfredatı henüz yeterince kavrayıp benimseyememiş olmalarıdır. Hala pek çok öğretmen müfredatın teoride çok ideal olduğunu ancak bunu bizim öğrencilerimize uygulamanın zorluğunu ifade etmektedirler. Gerçekte uygulamadaki güçlük öğrencilerden kaynaklanmamakta tamamen öğretmenlerin eski öğretim alışkanlıklarını terk etmek istememelerinden dolayı ortaya çıkan bir sorun olarak görünmektedir. Ne yazık ki, özellikle meslekte belli bir kıdeme sahip öğretmenler kendilerini yenilemek konusunda oldukça tutucu davranmakta ve geleneksel yöntemlerinden vazgeçmek istememektedirler.

İkinci bir sorun ise, daha önce de belirttiğim gibi özellikle devlet okullarında sınıf mevcutlarının kalabalık olmasının bu uygulamaları neredeyse imkânsız hale getirmesidir. Öğretmenlerin kalabalık sınıflarda öğrenciyi tanıma süreci çok daha uzun sürmekte; bu durum öğretmenin öğrencinin değişik ihtiyaçlarını, öğrenme şekillerini fark ederek yöntem ve stratejilerini buna göre belirlemesini engellemekte ve verimi düşürmektedir. Aynı sınıfta farklı ihtiyaçlara ve beklentilere sahip olan öğrenciler, bu beklentilerine cevap bulamamanın etkisiyle öğrenmede başarısız olmaktadırlar. Ayrıca, öğrenci sayısı fazla olunca sınıfta yapı> aktiviteler de daha çok zaman almaktadır. Çünkü her öğrencinin iyi bir öğrenme için sınıf-içi etkinliklere katılması zorunludur. Ders materyalleri öğrenci sayısına paralellik göstermediğinden, kalabalık sınıflarda malzeme eksikliği yaşanmakta, bu da doğal olarak başarıyı olumsuz yönde etkilemektedir.

Eskiden beri alışılagelmiş öğretme-öğrenme süreci ezbere dayalı bir yapıdadır. Öğretilenlerin gerçek yaşamdan kopuk oluşu, öğrencilerin bütünü görmesini sağlamak yerine öğretilecek konuların parçalara ayrılarak verilmesi öğrencilerin problem çözme becerilerinin gelişmesini olumsuz etkilemekte ve öğrenciler öğrendiklerini gerçek yaşama transfer edememektedirler.

Yeni uygulamaların önündeki bir diğer engel ise OKS ve ÖSS sınavlarıdır. Yeni müfredat ile öğrencilerin elde etmesi beklenen kazanımlar, sınavlarda sorulan sorularla örtüşmemekte ve öğretmenler yeni müfredata rağmen hala öğrencileri sınavlara hazırlamak zorunda olduklarından ikilem yaşamaktadırlar. Bir yanda öğrencilerin yaparak yaşayarak öğrenmesini ve bilgiye araştırarak ulaşmasını öngören bir sistem diğer yanda ise hala öğrencileri ezberciliğe iten bir sınav sistemi bulunmaktadır. Maalesef öğretmenlerin başarıları da öğrencilerinin bu sınavlarda doğru cevapladıkları soru sayısına bağlı olduğundan öğretmenlerimiz öğrencilerini yaşama değil, sınava hazırlamayı tercih etmektedirler. Bu sınavlar nedeniyle öğrenciler, okulun yanı sıra bir de özel dershanelere devam etmek zorunda bırakılmaktadır. Gerçek yaş> konularıyla ilgili olmayan geleneksel öğretim ve bu öğretimdeki anlamsız bilgi yüklemesi öğrencilerin motivasyonunu düşürmekte ve eğitim sürecinde isteksiz olmalarına yol açmaktadır.

Bütün bu sorunların üstesinden gelebilmek için öncelikle eğitimin sistem yaklaşımı anlayışı içinde ele alınması gerekmektedir. Öğrenci, öğretmen, okul, yönetici, veli ve öğretim programları bütünü oluşturan parçalardır ve bu parçalar arasında sağlanacak uyum eğitimi daha nitelikli bir hale getirecektir. Nitelikli bir eğitim için, okullar etkili hale getirilmelidir. Bunu sağlayacak olan en temel unsurlar, okullarda demokratik ortamların sağlanması, öğretmenlerin sürekli verilecek eğitimlerle yeterli bilgi ve kültür donanımına sahip olması ve bunları öğrencilerine aktarabilecek yeterlilikte olması, veliler ve çevre ile sürekli ve etkili iletişim kurulması ve bu iletişim sayesinde okullara kaynak sağlanmasıdır. Son yıllarda bu konuda yapı> araştırmalar artmış ve pek çok okul “etkili okul” olma çabası içine girmiştir. Bu çalışmalar sayesinde gelecek yıllarda okullarımız, daha kaliteli eğitim veren ve topluma daha nitelikli bireyler kazandıran kurumlar olma yolunda önemli adımlar atacaktır.
Bir insanın yeteneklerinin gelişiminde, aile, toplumsal kültür, din vb. kadar önemli ve kritik değer taşıyan bir başka unsur: Eğitim. Çocukluktan gençliğe, üniversiteyi de katarsak, insan ömrünün ortalama 15 yılı eğitimle geçiyor. İlgi alanlarımızı, kişiliğimizi, yaratıcılığımızı, becerilerimizi, yeteneklerimizi, dünyaya bakışımızı şekillendirdiğimiz, hayatımıza yön veren 15 yıl!
Tarihleri, formülleri, isimleri vb. ezberleyerek hazırlandığımız, 17 yaşında gireceğimiz test usulü bir sınav, hayatımızın akışını belirliyor. Yaratıcılığımızı geliştirecek zamanımız yok, çünkü belli aralıklarla girdiğimiz “okul giriş sınavları” var. Bir milyon 500 bin kişiyle o testi yapıyoruz, yalnızca -yaklaşık olarak- yüzde 15’imiz, kazanı> puana göre üniversiteye giriş yapabiliyor. Bir milyon 300 bin kişi ise okumak istese de üniversiteye alınmıyor. Ne yazık ki Türkiye’de bir üniversitenin kapısından içeri girip ‘Ben burada okumak istiyorum’ diyemiyorsunuz. Girseniz bile, eğitim gördüğünüz alan ve kazandığınız beceriler, iş dünyasının güncel beklentilerini karşılamaya yetmiyor. Tüm bu unsurların toplamında Türkiye “diplomalı işşizler ordusu”  diye adlandırı> “yetenek krizini” yaşıyor.
Yakın geçmişe kadar bu sorun yalnızca bize özeldi. Ama dünya ortalamalarına göre hayli genç olan nüfusumuz ve işsizlik sorunumuz, “dünyanın yetenek açığı”, AB ve küresel ekonomi ile entegrasyon gibi önemli konularla birlikte sınırlarımızı aştı. Dikkatler ise Türkiye’nin eğitim sorununa toplandı. Dünya Bankası da özellikle son dönemde, bu sorunun çözümünü arayan en önemli örgütlerden biri.
Dünya Bankası, Türkiye’nin eğitim sistemi hakkında geçtiğimiz aylarda bir rapor yayınladı. “Eğitim Sektörü Çalışması (ESS-Education Sector Study)” adını taşıyan bu rapor, Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıllık eğitim geleceğine yönelik bir projeksiyon ve çözüm önerileri içeriyor.
Söz konusu raporda, öncelikle eğitim sisteminin durumu, eksikleri ve sorunları tanımlanıyor; ardından da yapılması gereken reformlar konusunda önerilerde bulunuluyor. Çalışma; düşünce kuruluşları, STK’lar, Milli Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine yetkilileriyle de diyalog içinde hazırlanmış. Ayrıca, akademik çevrelerin de katılımıyla 25 toplantı ve çalıştay düzenlenmiş. Rapor toplam dört bölümden oluşuyor: Birinci bölümde, raporu hazırlayan ekibin çalışma teknikleri ve yapısı; ikinci bölümde araştırmanın sonunda varı> sonuçlar ve üçüncü bölümde de Dünya Bankası’nın reform önerileri yer alıyor.
Raporda, Türkiye’nin eğitim sisteminin temel sorunları; bütün çocukların ve gençlerin adil eğitim olanaklarına sahip olmamaları, okulların büyük bölümünün öğrencilerin temel yeteneklerini geliştirmek konusunda yeterli olmaması, öğretmenlerin eğitiminin ve profesyonel gelişimlerinin birbirine entegre bir politikayla yönlendirilmemesi; okullara yeterli ve gerekli desteğin verilmemesi, özerk olmamaları ve son olarak da iktisadi politikaların eğitim sisteminin anahtar konularıyla ilişkili yürütülmesi olarak sıralanıyor.
Bu sorunların karşısında oluşturulacak kapsamlı bir sektörel strateji için ise Dünya Bankası’nın cevaplanmasını gerekli gördüğü üç siyasi soru var:
1. Türkiye’deki eğitim sisteminde, gençlerin küresel ekonomide başarılı bir şekilde rekabet edebilmesi, Avrupa ile bütünleşebilmesi ve yurtiçinde sürdürülebilir sosyal ve ekonomik kalkınmayı sağlayabilmesi için ne gibi temel eğitim kanalları (örneğin yetenekler, bilgi, davranışlar, değerler vs.) geliştirmeli?
2. Bireysel, sosyal, ekonomik veya coğrafi etmenler dikkate alınmaksızın, her öğrencinin bu temel eğitim kanallarından yararlanması için yeterli fırsata sahip olabilmesi amacıyla devlet ne gibi politikaları uygulamaya koyabilir?
3. Ülkedeki tüm eğitim kurumlarının bu olanakları sunabilmeleri için devlet, merkezi, il ve yerel düzeyde ne gibi organizasyonel yapılar geliştirebilir veya hangi yapıları güçlendirebilir?

“Başarılı bir istihdam ve kariyer gelişimi için gerekli olan becerilerden yoksun olan gençler, düşük iş verimliliğine sahip olacak, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına ve büyümesine daha az katkıda bulunacak, hatta vergi tabanının daralmasına neden olacaklar.”

Rapor, Dünya Bankası’nın önerisi ve desteğiyle 1997 yılında kabul edilen sekiz yıllık zorunlu eğitimin de beklenen amaca tam olarak ulaşmadığının altını çiziyor. Temel Eğitim Kanunu’nun  kabulünden sonraki altı ay içinde Türkiye fazladan bir milyon öğrenci için kapasite oluşturarak, ilköğretim sınıf sayısını yüzde 30 arttırmıştı.
Sekiz yıllık zorunlu Temel Eğitim Programı’nın genel amaçları şöyleydi:
. Tüm çocukların birinci sınıftan sekizinci sınıfa kadar eğitimlerine devam edebilmeleri için daha fazla fırsat sunmak,
. Öğrencilerin okula düzenli olarak devam etmelerini sağlamak için eğitim kalitesini yükseltmek, öğrencileri sekizinci sınıfı tamamlamaları için teşvik etmek. (Önceki eğitim modeli, müfredatın modernleştirilmesi, öğretmen eğitimi, mesleki gelişim ve okullar için kalite standartlarını uygulamaya koymak gibi eğitim reformlarını gerçekleştirme konusunda Türkiye’nin olanaklarını sınırlıyordu.)
Ancak rapora göre, son zamanlarda gerçekleştirilen uluslararası değerlendirmeler, Türkiye’nin öğrencilerin öğrenme başarısı açısından birçok benzer ülkenin çok gerisinde kaldığını gösteriyor. AB ülkelerinin eğitim sistemleriyle karşılaştırıldığında, Türkiye’deki eğitim sisteminin performansı düşük. Ortaöğretime kaydolan öğrenci sayısı bakımındansa çok daha geride olduğu görülüyor. Sonuç olarak, Avrupa’nın tamamı ile karşılaştırıldığında, özellikle kadınlarda oldukça düşük bir ortaöğretim mezunu yetişkin nüfus karşımıza çıkıyor. Türk gençliğinin yüzde 40’ı ortaöğretimini tamamlamışken, AB ülkelerinde bu oran yüzde 85. Bu durum, Türkiye’nin eğitim alanında uzun bir yol kat etmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Raporda değinilen olumlu nokta ise hükümetin eğitim sistemindeki mevcut dengesizlikleri gidermek üzere harekete geçmiş durumda olması. Tam başarı sağlayabilmek için, yeni müfredatın, tüm çocuklara ve gençlere daha iyi eğitim fırsatları yaratan, deneyimleri öğrenmeye ve kanallar üzerine odaklanmaya dayanan kapsamlı bir stratejinin parçası olması gerekiyor. Türkiye’nin pek de iç açıcı olmayan eğitim tablosuna neden olan faktörler ise şu başlıklar altında inceleniyor:
KIZLAR VE YOKSULLAR EŞİT EĞİTİM ALAMIYOR
Eşitlik uçurumu: Yalnızca dar ve küçük bir gruba, yüksek kaliteli eğitim sunan sistem, sürdürülebilirlik açısından çok maliyetli ve Türkiye’nin küresel ekonomiyle bütünleşmesini desteklemekten uzak görülüyor. Özellikle kızlar ve çok yoksul ailelerin çocukları (dezavantajlı gruplar) olmak üzere binlerce çocuk hâlâ temel eğitime kaydolmamış durumda. Lise çağındaki her üç kızdan birisi okula devam etmezken, bu oran erkekler için yalnızca onda bir.
Bu fark, AB üyesi ve üyeliğe aday ülkeler arasındaki en büyük cinsiyet uçurumu.

Eğitim istatistikleri, zorunlu eğitim yaş grubundaki (6-14 yaş arası) çocukların yüzde 10’unun şu anda okula kaydolmadıklarını gösteriyor. Bu çocukların neredeyse dörtte üçü kız; yarıdan fazlasının annesi de okuma yazma bilmiyor. Türkiye bu sorunları kabul ediyor. Bu eşitsizliği gidermek için de kısmen Dünya Bankası ve AB tarafından finanse edilen birçok projeyi uygulamaya koymuş durumda.

Dezavantajlı gruplar için düşük olan ortaöğretime kaydolma oranı, yalnızca bu gençlerin geleceklerini değil, tüm ulusun geleceğini olumsuz yönde etkiliyor. Başarılı bir istihdam ve kariyer gelişimi için gerekli olan becerilerden yoksun olan bu gençler, düşük iş verimliliğine sahip olacak, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına ve büyümesine daha az katkıda bulunacak ve hatta vergi tabanının daralmasına neden olacaklar. Uzmanlar, ülkedeki tüm gençlere ortaöğretimin sunulmasını sağlamak için gerekli çabayı sarf etmeyen bir sistemin uzun vadede neden olacağı sosyal maliyetin de göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Eğitim istatistikleri, zorunlu eğitim yaş grubundaki (6-14 yaş arası) çocukların yüzde 10’unun şu anda okula kaydolmadıklarını gösteriyor. Bu çocukların neredeyse dörtte üçü kız; yarıdan fazlasının annesi de okuma yazma bilmiyor. Türkiye bu sorunları kabul ediyor. Bu eşitsizliği gidermek için de kısmen Dünya Bankası ve AB tarafından finanse edilen birçok projeyi uygulamaya koymuş durumda. Bu durumun nedenlerinden biri de, Türkiye’nin eğitim kaynaklarının ülkedeki tüm okullara ve bölgelere tutarlı bir şekilde dağıtılmıyor olması. Orta öğretim seviyesinde okul kalitesi ve öğrenme çıktıları, farklı okul türleri arasında ciddi değişimler gösteriyor. Örneğin, Anadolu ve Fen Liselerinde öğrenim gören öğrencilerin, genel liselerde öğrenim gören öğrencilerle karşılaştırıldığında çok daha yüksek performans gösterdikleri ortaya çıkıyor.

DÜNYA BANKASI’NIN TÜRKİYE EĞİTİM SİSTEMİ
İÇİN TAVSİYELERİ

Özellikle ortaöğretim öğrencilerinin seviyesi AB düzeyine çıkarılmalı: Sekiz yıllık temel eğitim programının başarılı olabilmesi için okul öncesi eğitime katılımın artırılması gerekiyor. 2015’ten önce ortaöğretime kaydolma oranının en az yüzde 80’e çıkarılması için geniş çaplı bir stratejik girişim başlatılmalı.
Tüm okulların kalitesi sistematik olarak yükseltilmeli: Kalitenin yükseltilmesi süreci ancak merkezi ve yerel yetkililerin ve yerel sosyal yapıların ortak çalışmasıyla mümkün. Okulların kalitesine yapılacak yatırım, sosyal kalite olarak geri dönecektir.
Müfredat yapısı öğrencinin verimli bir öğrenme süreci geçirmesi için uygun hale getirilmeli: Bu değişim süreci ile öğrencilerin dünya ölçeğinde daha başarılı olabilmeleri için gerekli olan yeteneklerinin geliştirilmesi ve uygulamaya geçirebilmeleri bekleniyor.
Öğrencilerin eğitim ve iş hayatlarına yönelik fırsatlar sağlanmalı: Türkiye eğitim sisteminden kaynaklanan aksaklıklardan endişe duymayı bırakıp, bunun yerine enerjisini öğrencilerin daha iyi ve nitelikli bir iş hayatına sahip olmaları için gereken yeteneklerini ortaya çıkaracak ve seviyelerini her yönden yükseltecek tedbirleri alıp, onlara destek olmalı. Yüksek öğretime erişim temel amaç olarak belirlenirken, buraya başarılı olamayan öğrenciler için de mesleki yeteneklerini geliştirecek ortamların hazırlanması gerektiği belirtiliyor.
Okullara özerklik ve kaynak sağlanmalı: Raporda, özerkliğin performans ve sonuçların sorumluluğunu da yanında getirdiğine vurgu yapılırken, klasik yöntemlerin (genelgeler, emirler, cezalar.) verimlilik konusunda olumsuz etkide bulunduğuna dikkat çekiliyor. Özerklik ve sorumluluk ilişkisi konusunda Türkiye’nin “Okul Geliştirme Modeli” gibi olumlu bir deneyime sahip olduğu da hatırlatılıyor.
Raporda, devletin özellikle eğitim konusunda STK’ların ve farklı görüş odaklarının sesine kulak vermeye başlaması, olumlu bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Ayrıca Dünya Bankası, AB, UNICEF ve Avrupa Yatırım Bankası gibi kuruluşlarla da ortak çalışmaların yürütülmesi ile artık kararların alınmasında eskisinden daha fazla aktörün rol aldığına dikkat çekiliyor. Eğitim sisteminde gelenekçi olmayan ve daha şeffaf bir sürece girildiği ve bu olumlu sürecin mutlaka sürdürülmesinin önemine vurgu yapılıyor.

Eğitim başarısındaki dengesizlik: Türkiye’nin önündeki belki de en büyük zorluk, çok az sayıda öğrenciyi yüksek uluslararası standartlarda eğiten bir okul sisteminden, tüm öğrencileri birbirine yakın standartlarda eğiten bir okul sistemine dönüştürmek. Değerlendirmelerin sonuçları Türkiye’deki öğrencilerin çoğunun eğitimlerinin ilk 8 yılı içerisinde temel becerileri geliştiremediklerini gösteriyor. 2003 yılında yapı> bir araştırmaya göre, Türkiye’nin 15 yaş grubu öğrencilerinin ortalama performansı, tüm OECD ülkelerindeki aynı yaş grubu öğrencilerin performansından daha düşük.
Eğitim politikasının geliştirilmesinin en önemli ayaklarından birini de öğretmen/eğitmen eğitimi ve kalitesi sorunu oluşturuyor. Araştırmalar, aile ve toplumsal faktörlerden sonra öğrencinin verimliliği ile performansı üzerindeki en büyük etkiye öğretmenlerin sahip olduğunu ortaya koyuyor. Buna karşılık, öğretmen hazırlama programlarının çok az bir kısmı öğrencinin aktif katılımını sağlayacak öğrenme ve öğretme tekniklerini içeriyor. Araştırmalar, klasik yöntemlerin öğrenciye uygulama, takip ve yansıtma fırsatı vermemesi nedeniyle dolayı etkin sonuçlara erişemediğini vermediğini gösteriyor. Öğretmen kariyer planlaması, devletin yeni politika stratejilerinden yararlanabileceği ikinci bir alan olarak ortaya çıkıyor.
EĞİTİMDE KAYNAKLAR EŞİT DAĞITILMIYOR
Kaynakların eşit dağılımı: Varolan eğitim sisteminin yapısı okulların ihtiyaçlarına cevap vermediği gibi, öğrencilerinin yetenek ve becerilerini artırmaya çaba gösteren öğretmenleri ve okul yetkililerini de destekler konumda değil. Ayrıca dezavantajlı grupların da kaynakların dağıtılma şekli ve alınan kararlarda etkin bir rol oynamaları mümkün olmuyor.

Değerlendirmelerin sonuçları Türkiye’deki öğrencilerin çoğunun eğitimlerinin ilk sekiz yılı içerisinde temel becerileri geliştiremediklerini gösteriyor. 2003 yılında yapı> bir araştırmaya göre Türkiye’nin 15 yaş grubu öğrencilerinin ortalama performansı tüm OECD ülkelerindeki aynı yaş grubu öğrencilerin performansından daha düşük.

Uzmanlar, yaşanan bu sorunları ve eksiklikleri Türkiye’nin oldukça merkeziyetçi bir eğitim sistemine sahip olmasına bağlıyor. OECD verilerine göre, Türkiye’deki eğitim kararlarının yüzde 94’ü merkez tarafından alınıyor. Bu merkeziyetçilik sayesinde eğitim kalitesinin ülke genelinde benzer bir tablo çizmesi beklenirken, ilçelerden bölgelere kadar her ölçekte ciddi farklılıklar olduğu gözleniyor. Aslında, eğitim sistemi beklenen eşitliği sağlayacak kapasiteye sahipken, üzerinde hemfikir olunmuş, belirgin kriterlerin
eksikliği dengesiz ve adil olmayan bir yapı ortaya koyuyor.

Aile ve toplumsal faktörlerden sonra öğrencinin verimliliği ve performansı üzerinde en büyük etkiye öğretmenlerin sahip olduğunu ortaya koyuyor.Varolan eğitim sistemi, öğrencilerinin yetenek ve becerilerini artırmaya çaba gösteren öğretmenleri ve okul yetkililerini de destekler konumda değil.

Eğitim yatırımlarının getirilerinin arttırılması: Raporda ayrıca, Türkiye’nin finansman politikalarının, eğitim sisteminin temel amaçlarına uygun olmadığı belirtiliyor. Türkiye’deki eğitim harcamaları diğer ülkelerden ciddi farklar gösteriyor. Türkiye, OECD ülkeleri arasında ABD ve Danimarka’dan sonra eğitime en yüksek harcamayı yapan ülke konumunda. Avrupa ve OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında ise eğitime kamu kaynaklarından en düşük payı ayıran ülke, yine Türkiye. Yani, Türkiye’nin eğitime harcadığı toplam kaynağın yüksek olmasının yegâne nedeni, özel harcamaların yüksek olması.

ÖSS, YETENEKLİ İŞGÜCÜ YETİŞTİRMEYİ ENGELLİYOR

Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye kaliteli eğitimi nasıl sağlayacağını bildiği halde, gereklerini yerine getirmekte zorluklar yaşıyor. Meslek liseleri, öğrencileri iş dünyasına hazırlamak konusunda beklenen sonucu vermediği gibi, mezuniyet sonrası istihdam rakamları da genel lise mezunlarından iş alanında daha şanslı olmadıklarını gösteriyor. Ayrıca raporda, ÖSS’nin Türkiye’nin gelecekteki işgücüne yönelik yetenekleri geliştirme amacına uygun olmadığı belirtiliyor. Aksine tüm göstergeler, ÖSS’nin eğitim ve öğretim kalitesini düşürdüğüne işaret ediyor. Öğrencilerin geleceğini belirleyen, medya yoluyla da öğrenciler üzerindeki psikolojik baskının desteklendiği bu tek oturumluk sınav, bireysel eğitim harcamalarını ciddi oranda tüketiyor. Bu oran, GSMH’nin yaklaşık yüzde 1’i. Ayrıca, eğitim kalitesini arttırmaktan uzak olan bu sınav sistemi, katma değeri çok düşük oranda olan bir “sınava hazırlık” sektörünü de beraberinde getiriyor. Eğitim sisteminin bu yapısı, Türkiye’yi yaratıcı ve rekabetçi işgücü geliştirme hedeflerinden uzaklaştırıyor.
ÖSS Türkiye’yi yaratıcı ve rekabetçi işgücü geliştirme hedeflerinden uzaklaştırıyor. Ayrıca, eğitim kalitesini artırmaktan uzak olan bu sınav sistemi, katma değeri çok düşük oranda olan bir “sınava hazırlık” sektörünü de beraberinde getiriyor.

1994 rakamları, nüfusun en fakir yüzde 40’ının orta öğretime harcanan kaynakların ancak yüzde 25’inden faydalanabildiğini
gösteriyor. 2001 yılına gelindiğinde bu oran yalnızca yüzde 28’e yükselmiş durumda. Araştırma mali kaynakların bölgeler ve alanlar arası eşitsizliği azaltmaya yönelik dağıtılmadığını gösteriyor. 2004 yılında öğrenci başına yapı> ortalama harcama 1.250 YTL iken, Doğu ve Güneydoğu’daki öğrencilerin bu rakamın ancak yarısına erişebildiği belirtiliyor. Bu nedenle, kamu ve özel sektörün eğitim harcamaları ve yatırımları Türkiye’nin beklediği sonuca ulaşmıyor.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında ABD ve Danimarka’dan sonra eğitime en yüksek harcamayı yapan ülke konumunda. Avrupa ve OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında ise eğitime kamu kaynaklarından en düşük payı ayıran ülke, yine Türkiye. Yani, Türkiye’nin eğitime harcadığı toplam kaynağın yüksek olmasının yegâne nedeni, özel harcamaların yüksek olması.

EĞİTİM İÇİN YENİ STRATEJ
Yeni eğitim sektörü stratejisi: Son yıllarda, MEB’in yürüttüğü projeler uzmanlar tarafından takdirle karşı>ıyor. Ancak, projelerin geliştirilmesi gerektiğini ve daha kapsamlı projelere ihtiyaç duyulduğunu ekleyen uzmanlar, geliştirilecek stratejinin eğitimdeki “geçici” uygulamaları önlemeye yönelik olması gerektiğine dikkat çekiyor. Yeni eğitim stratejisinden, ülke kaynaklarını daha verimli kullanması, daha adil dağıtması ve etkinliği artırması bekleniyor.
Türkiye’nin eğitim alanındaki bu yeni döneminde Dünya Bankası’nın, daha dengeli, adil, eşitlikçi ve yetenek gelişimi odaklı bir eğitim sistemi için bir dizi tavsiyesi bulunuyor. Rapordaki tavsiyeler finansal ve sosyal içeriğinin yanında Dünya Bankası’nın Türkiye için gelecek öngörülerini de içeriyor.
Öncelikle Dünya Bankası, MEB’in şu anda resmi ve açık olmayan yeni eğitim stratejisini “pekiştirmesini” ve “derinleştirmesini” kuvvetle tavsiye ediyor. Bunun da ancak, sorunların sosyal ve finansman cephelerinin çözüme ulaştırılmasıyla mümkün olacağı belirtiliyor. Ayrıca, yerel yönetimlere daha fazla yetki ile sorumluluk verilmesinin ve geri bildirim (feed-back) süreçlerinin işlevselleştirilmesinin gerekliliği vurgulanıyor.

YENİ EĞİTİM STRATEJİSİNİN TEMEL AMAÇLARI

MEB’in çerçevesi çizilmiş, açık bir eğitim stratejisi yoksa da, rapor son yıllarda gerçekleştirilen girişimleri “yeni bir strateji” olarak değerlendiriyor. Bu yeni stratejinin beş temel amacı olarak da şu maddeler sıralanıyor:

. Sekiz yıllık zorunlu eğitimi garanti altına alabilmek, orta öğretimi dört yıla çıkarmak ve sistematik olarak bu imkânları tüm çocuklara sunmak,
. Dezavantajlı gruplara kaliteli eğitim programlarına katılabilmeleri ve bu programları tamamlayabilmeleri için destek sağlamak,
. Çocuklara ve gençlere becerilerine uygun iş bulabilmeleri ve yaş> boyu öğrenmeden yararlanabilmeleri için gerekli olan yetenek ve becerileri geliştirebilmelerini sağlayacak aktif katılım ortamını sağlamak,
. En alt seviyeden en üst seviyeye kadar ülkenin bütün eğitim görevlilerinin ve yetkililerinin verimliliklerini arttırmak için kariyer desteği vermek,
. Merkezi ve yerel düzeyde sektördeki tüm insan kaynaklarının ve mali kaynakların etkili ve modern yönetimi için yeni düzenlemeler ve teşvik yapıları geliştirmek.

Alıntıdır

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ VE SORUNLARI adlı konuya yorum yapmak ister misin? Etiketler

*

*

Yorum yapmak ister misin?

Acilservis.pro - Hakaret, imla kurallarına uymayan ve konu ile alakasız yorumlar kesinlikle onaylanmayacaktır.