Stres ve Hamile Kalma (Gebelik) İlişkisi
Üremeyi engelleyen risk faktörlerinden bir tanesi de. stres. Yakın çevremizden biliyoruz. Sizin de sanırım böyle hastalarınız olmuştur. Önce tüp bebek adayı gibi görünüyorlar. Diyelim ki 1,5-2 yıl uğraşıyorlar. Sonra bakıyorlar ortada gebelik yok. Bir üniversite kliniğinin tüp bebek programına kayıt yaptırıyorlar. Sonra evlerine gidiyorlar. Hatta bir ara unutuyorlar bu sorunlarını ve günlük yaşamlarına dönüyorlar. Siz daha iyi bilirsiniz ki çocuk sahibi olamamak çiftler için başlı başına stres faktörü. O çok istedikleri bebeğe kilitlenmekten biraz uzaklaştıklarında o gebe kalamayan çift karşınıza, “Doktor Bey, bebek bekliyoruz” diye gelebiliyor. Bunu nasıl açıklarsınız?
Doğru. Yüzde yüz haklısınız. Bir grup çift “nedeni bilinemeyen infertilite” tanısını alıyor. Bütün tetkikleri yapmış olmamıza ve tümü normal çıkmasına rağmen, belli süre geçtiği halde gebeliğin oluşmadığı çiftlere, “izah edilemeyen infertilite” grubu adını veriyoruz. Bu çiftlere bugünkü tıp teknolojisinin elindeki imkanlar yetmediği için tanı koyamıyoruz. Bunlardan bazıları sizin de dediğiniz gibi stres faktörü üzerlerinden kalktığı zaman, gebe kalabiliyorlar. Stresin nasıl etki ettiğini ise şöyle açıklayayım: Kadında üremeyi kontrol eden hormonlar var. Bir başka deyişle, yumurtlamayı kontrol eden bir hormon silsilesi var. Bu silsile, beynin üst bölgesinden başlayıp “hipofiz” denilen beynin bir bölgesine gelen emirler, oradan yumurtalıkları uyarmak üzere çıkan başka emirler, yumurtalıklardan da yumurtlamayı sağlarken, aynı zamanda rahmin içinin hazırlanmasını sağlayan yeni emirler. Bunların her birisinin ayrı bir ismi var. “Hipofiz bezi”nden yumurtalıkları uyarmak üzere “FSH” ve “LH” hormonları salgılanıyor. Her iki hormon yumurtalıkların düzenli çalışmasını organize etmek üzere salgılanıyor.
Yumurtalıklardan da rahmi gebeliğe hazırlamak üzere “östrojen” ve “progesteron” hormonu salınıyor. FSH ve LH’nın daha üzerinde olan bir başka hormon daha var: “GnRH.” Bu GnRH’nın etkisiyle FSH ve LH salgılanıyor. Bu hormon silsilesi üzerinde stresin etkili olduğuna inanılıyor. Ancak, öte yandan siz bana diyebilirsiniz ki verdiğiniz ilaçlar zaten FSH ve LH’nın ta kendisi. Bunu vererek zaten bu hormon silsilesini yapay da olsa siz oluşturuyorsunuz. Niye o zaman gebe kalmıyor da silsile düzeldiğinde kendiliğinden gebe kalıyor diye sorarsanız, buna yanıt veremem. Bunun yanıtı belki de bizim üreme potansiyelimizin çok yüksek olmamasında gizli. Bugün tüp bebek tedavisi bile yapıyor olsak, kimseye bir deneme sonunda yüzde yüz gebe kalabilme şansını veremiyoruz. Dünyanın en iyi ellerinde ve en iyi merkezinde bile böyle bir olasılık yok. Tüp bebek bugün, tıbbın ulaştığı en gelişmiş üreme teknolojisi. Ama orada bile, yüzde yüzlük bir başarı yok.
Tanı koymak kolay mı peki?
Burada en önemlisi biliyoruz ki yumurta ve sperm olacak. Bu ikisi buluştuktan sonra bir ortama yerleşmeleri gerekiyor. Bu kapasiteyi anlamak için bazı testler yapıyoruz. Hareketli sperm tahlili, kadında yumurtanın olup olmadığını, yumurtalıkta ne kadar yumurta kaldığını gösteren “over rezerv testleri” gibi. Yumurta ve spermin buluşabilmesi için kadındaki fallop tüplerinin açık olması gerekiyor. Kadından her ay bir yumurta atılmasına rağmen erkekte milyonlarca sperm var ama uzun ve zorlu yarışı sadece birisi kazanıyor. Yumurtayı döllüyor. “Yumurtalık (over) rezerv testleri” kadının yumurtalıklarındaki yumurta sayısını gösteriyor. Hanımlarda yumurta sayısı özellikle belli bir yaştan sonra hızla azalıyor. Bu azalma, bazı hanımlarda biraz daha önce başlayabiliyor. Yani illa her hanımda 37 yaşından sonra azalacak diye bir kural yok. Kimilerinde 37’den önce kimilerinde de çok daha sonra olabiliyor. Yumurtalığın içindeki yumurta sayısını bize dolaylı olarak gösteren birtakım testler var. Ancak bunlar adı üzerinde “test” yani gerçek hayatla her zaman uyuşmayabiliyorlar. Bize öngörü kazandırmaya yarıyorlar. En kolay sonuç aldıklarımız “bazal hormon testleri.” Bu testleri her hastaya rutin olarak yapıyoruz. Biri FSH diğeri ise E2 (Östrojen Hormonu) testi. Bunları kitabımızın ilk bölümlerinde az da olsa anlatmıştım. FSH ve LH hormonları yumurtalıkları çalıştırmaya yarıyor. Beynin belli bölgesi tarafından salgılanıyor. Yumurtalıklardan salgılanan diğer iki hormon ise rahmi gebeliğe hazırlayan östrojen ve progesteron. Beyinden FSH ve LH’nın salgılanması emri çıkmasına rağmen, yumurtalıklar buna cevap veremiyorsa yani bir başka ifadeyle yumurtalığın içindeki yumurta sayısı tükenmişse östrojen hormonu da azalmış demektir. Çünkü östrojen, yumurtanın etrafındaki hücrelerden salgılanan bir hormon. Yumurtalığın içindeki yumurta sayısı azalmışsa östrojen hormonu ile birlikte yumurta sayısının da azalması söz konusu. O zaman beyin FSH ve LH’nın daha fazla salgılanmasını isteyecek. FSH ve LH için normalin üst sınırı (her klinik kendi üst sınırını belirliyor) kabaca söyleyecek olursak 10 mlU/ml. Bu değer FSH ve LH için sınır değer olarak kabul edilebilir. Bizim kliniğimiz için kabul edilmiş değer 10’dur. Eğer 10’un üzerine çıktıysa bu değer, kadının yumurtalık içindeki yumurta sayısının azaldığını anlarız. Bazı hanımlarda “dalgalanma gösteren FSH” olarak Türkçeleştirebileceğimiz bir başka durum söz konusu. Yani bir âdet kanaması (siklus) geçiyor, bakıyorsunuz FSH değeri yüksek çıkıyor. Bu testlerin âdet kanamasının ilk 8 günü içinde bakılması gerekiyor. Ama aynı değer bir sonraki ay normal çıkabiliyor. İşte bu dalgalanma, kadının tedaviye kötü cevap verebileceğinin işareti. Eğer östrojen hormonu yüksekse ki burada da sınır değer 50 pg/ml (bizim merkezimiz için), yumurtalık içindeki yumurta sayısı azalmış demektir.