Yemek ve duygularımız

Yazar:   Tarih:   Kategori: Genel Sağlık 

Yeme isteğimizin basit olarak iki sebebi vardır; fizyolojik ve duygusal.

Fizyolojik acıkmada temel amacımız hayatta kalabilmek için beslenmektir. Bedenimizi sağlıklı ve zinde tutmamız da fizyolojik beslenmeyle mümkündür.

Fakat bazan yeme isteğimiz sadece duygularımızdan kaynaklanır: Öfkemizi dindirmek, üzüntümüzü gidermek, can sıkıntısından kurtulmak için yeriz. Mutluluğumuzu paylaşmak, kutlama, eğlenme ve kendimizi her hangi bir nedenden ötürü ödüllendirmek için de yemeği kullanırız.

İşte, acıkmanın değil de duyguların tetiklediği bütün bu davranışlar “duygusal yeme” etiketini taşır. Duygusal yeme, hemen hepimizde vardır ve farkında olmasak da yaşantımızda önemli yer tutar.

Sofraya fizyolojik acıkmayla otursak da, doyduğumuz halde çeşitli bahanelerle yemeye devam etmemiz de duygusal yemedir. Ne yediğimiz, ne miktarda ve ne sıklıkla yediğimizi kısmen dış faktörler belirler ama iç sebeplerin etkisi daha derin ve daha uzun sürelidir.

Duygularımız, toplumun fiziksel görünüme verdiği önem, söz ya da davranışlarla vurgulanan standartlar ile bizim bütün bu etkilere karşı tutumumuz, yemenin bizim için bir sorun haline gelip gelmeyeceğini belirleyen önemli faktörlerdendir.

“Kilo almışsın”- “Ne kadar da zayıflamışsın!”- Sevgi ve üzüntü sözcükleri

Pek çoğumuz, aynı kiloda olsak bile, karşılaştığımız bir yakınımızın “kilo almışsın” sözünün etkisinde kalıp -gerçek olmamasına rağmen- yediklerimizi kontrol altında tuttuğumuzu fark etmişizdir. Ancak, yine aynı kiloda olsak da, karşımızdaki kişinin “ne kadar zayıflamışsın” sözü ise bütün günümüzü mutlu geçirmemizi sağlar!

Kilo ve yeme ile aşırı ilgili olmak ve kilomuzu yaşamımızın en önemli sorunu haline getirmemiz hem ruh sağlığımızı hem de toplumla ilişkilerimizi olumsuz etkiler; kendimizi algılayışımız bozulur. Aldığımız kalorileri hesaplar, başkaları ne derse desin, kendimize göre “fazla” yediğimizi düşünür düşünmez hemen yediklerimizi telafi yoluna gideriz.

Telafi güdüsüyle en sık yapılan hatalar arasında; öğün atlama (“akşam yemem olur biter”), aşırı egzersiz yapma (kontrolsüz, sağlıksız egzersizler gibi), sürekli soda, zayıflatıcı çaylar, tabletler ve bunlara benzer sağlığa zararlı maddeler kullanma sayılabilir.

Bu git-geller tekrarlandıkça, başkaları sağlığımızı tehdit edecek kadar zayıf olduğumuzu söylese de, kilomuzdaki en ufak artış bizi paniğe sokar, kendimizi “şişman” hissederiz. İyice zayıflamak için de ya kendimizi aç bırakır ya da çok az miktarda yeriz.

Aşırı yeme- ve tam tersi, yiyememe

Bütün bunların yanı sıra, çok fazla miktarda yiyeceği kısa sürede silip süpürdüğümüz, tıkınırcasına yemek yediğimiz “aşırı yeme” dönemleri de olabilir. Üzgünken ve stres altındayken yeme davranışlarımızı yönetmek daha da zordur. Bizi rahatsız eden duyguları köreltmek, uyuşturmak için yeriz. Aç ya da tok olduğumuzu umursamadan, aşırı miktarda yer, midemizi sonuna kadar doldururuz.

Bu aşırı yeme sırasında kendimizi asla durduramayacağımız korkusuna kapılırız. Ancak, bütün bu yediklerimizden ve yediklerimizle birlikte içimize dolan suçluluk, pişmanlık, başarısızlık ve özgüven kaybından kurtulmak için kendimizi kusmaya zorlayarak ya da idrar söktürücü ve müshil benzeri ilaçlar (laksatif) kullanarak içimizdekileri çıkartma yoluna gidebiliriz.

Kendimizi köşeye sıkışmış ya da tuzağa düşmüş hissedebiliriz. Hatta bu durumla başa çıkabilmenin başka bir yolunu bulamadığımız için utanç duyarız. Diğer insanlardan uzaklaşırız ve giderek artan yalnızlığımız çekici ve sevilebilir olmadığımızı bize bir kez daha kanıtlar.

Sağlıklı yeme alışkanlığı nasıl kaybedilir?

Peki, yeme alışkanlığı nasıl bozulur? Bunun tek ve kesin bir yanıtı yoktur. Yaşayan her insan kadar farklı düşünce ve duygu yapısının bulunduğunu hatırlarsak, kültür ve yetişme tarzı da işin içine girince ne kadar karmaşık bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz.

Zayıf olmanın kişinin değerini etkilemediği toplumlarda, yeme bozuklukları yok denecek kadar azken, zayıf olmanın pekiştirildiği toplumlarda yeme sorunlarının görülme oranı artmaktadır. Mankenlik, balerinlik gibi zayıf olmayı gerektiren mesleklerin yaygınlık ve popülerlik derecesi de toplumlardaki yeme bozukluğu sıklığını etkilemektedir.

“Manken gibi olmak”

Şimdi birkaç saniyeliğine bu yazıyı okumayı bırakın ve düşünün; niçin zayıflamak istiyorsunuz? Haydi itiraf edelim; pek çoğumuz ilk anda sağlıklı olmak ya da sağlıklı kalmak için değil, aynada “görmemiz gerektiğine ikna edildiğimiz görüntü”yü göremediğimiz için, yani estetik kaygılarla zayıflamak istiyoruz.

Zaten gazete, dergi, radyo ve televizyon reklamları da bunu destekliyor; ısrarla dış görünüşümüzdeki hataları düzeltmemiz için uğraşıyor, kusurlarımızı yüzümüze çarpıyor.

İnternette gezinirken bile başarılı ve mutlu bir kadın ve erkeğin nasıl olması gerektiği her an vurgulanıyor; erkekler uzun boylu, kaslı ve güçlüdür, saçları kolay şekle girer; dişleri beyaz, kalçaları düzgün ve karınları gergindir. Sürekli gülümserler, tertemizdirler ve centilmenlikte üstlerine yoktur.

Mutlu ve başarılı kadın ise daha da çarpıcıdır! Yıllar geçse bile onlarda iz bırakmaz; incecik, narin ve sağlıklıdırlar. Her an selülitlere karşı tedbirlidirler, vücut ölçüleri yıllara meydan okuyarak değişmeden kalır, mükemmel bir anne, iş kadını ve eştirler ve asla yakınmazlar.

Rejimlerle gelen “kalıcı şişmanlık”

Medyanın da pekiştirdiği bu baskılar, bize yeterince ince olamadığımızı telkin eder. Negatif bir beden algısı geliştiririz. Sonuçta zayıflamak bir ölüm kalım meselesi haline gelir ve gittikçe daha sağlıksız yöntemler denememize yol açar.

Kilo problemi yaşayan pek çok insanın aklından – ne yazık ki – pek çok kez uygunsuz telafi yöntemleri geçmektedir ve pek kişi şöyle düşünmektedir: Bir şekilde -sağlıksız da olsa- zayıflayayım, sonra sağlıklı beslenerek kilomu kontrol altına alırım nasılsa.

Ancak unutulan önemli bir ayrıntı; kilo kaybetmek uğruna pek az yiyerek metabolizma hızını yavaşlattığımızda, daha sonra ne kadar az yersek yiyelim kilo alacağımızdır. Kısa sürede verilen kiloların vücudun yağ dokusundan değil, kas ve su oranından kaybedildiği de çok yaygın olarak bilinmeyen önemli bir gerçektir.

Aneroksia ve blumia

Bazan yaşantımızın kontrolünü kaybettiğimizi hissederiz. Böyle zamanlarda diyet yapmak rahatlatıcı ve tatmin edici bir aktivite olarak karşımıza çıkar. Birkaç kilo verdiğimizde hissettiğimiz başarma duygusu çoğumuza tanıdık gelecektir. Kendimizi gözle görülür biçimde kontrol edebildiğimizi hissetmek hoşumuza gider. Bedenlerinde kontrol edebildikleri tek şeyin kiloları olduğunu hisseden genç kızlar için bu özellikle tatmin edicidir. Böyle anlarda diyet, kilo vermek için uygulanan bir yöntem olmaktan çıkar, tek başına bir amaç olur. Bu çizgi bazen hayatı tehdit eden ve yemek yiyememe rahatsızlığına, aneroksia nevrozaya kadar uzanabilir.

Ailemizin yetiştirme tutumları da yeme sorunlarıyla bağlantılı olabilir. Bireylerin fazlasıyla iç içe yaşadığı ailelerde bağımsız bir kimlik kazanma çabaları yeme sorunlarına yol açabilir. Bazılarımız başarılı olma konusunda ailemizin yoğun baskısını hissetmişizdir.

Başarılı olamazsak ailemizin bizi sevmeyeceğinden, onları hayal kırıklığına uğratacağımızdan korkarız. Bu ve benzeri nedenlerle, ceza olarak kendimizi aç bırakabilir ya da olağan olmayan ölçülerde yemeğe düşkün olabiliriz. Duyguların rahatça ifade edilmesine izin verilmediği ya da sorunlar üzerinde konuşulamadığı aile ortamı kendimizi yalnız ve çaresiz hissetmemize yol açar ve bu duygulardan biraz olsun kurtulmak ve rahatlamak için yemek bir çare gibi görünür.

Yeme sorunu olan kişiler genellikle olumsuz duygularını ifade etmekten kaçınırlar ve insanları memnun etmek için yüzlerine bir mutluluk maskesi takarlar. Sonunda, bastırılan bu olumsuz duyguları yatıştırmak için yemek yerler ve yediklerini çıkarmak, genellikle bu üst üste biriken duyguları boşaltmaya benzer bir rahatlama duygusu yaratır. Bu bozukluğa blumia diyoruz.

Çare var: Kararlılık ve bilimin desteği

Yukarıda değinilen “ideal” insan gibi görünmediğimiz için duyduğumuz suçluluk, bizi sakıncalı bir diyet yapmaya yöneltebilir. Bu diyet çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlanır ve bu başarısızlık ise kendimize olan güvenimizi zedeler, irademizi zayıflatır.

Kuşkusuz “mükemmel” olmak isteyen kişilerin hepsi yeme sorunu göstermemektedir ancak yeme sorunu olan çoğu kimsenin ortak özelliği mükemmelliyetçilikleridir.

Bu kişiler kendilerini, akılcı olmayan, ulaşılması nerdeyse imkansız hedefler için zorlarlar. Peki ya kaçınılmaz başarısızlıkla karşılaştıklarında ne olur? Daha fazla suçluluk duygusu… Bu suçluluk duygusu öncesinde ya da beraberinde kendini reddetmeyi getirir ve bununla birlikte kendinden nefret etme, umutsuzluk, çökkünlük hisleri ağırlık kazanır.

Bütün bunların ardından, kişinin kendi dışında belirli bir odağı olmayan bir öfke ortaya çıkar ve bu kötü durumda kişi doğal olarak kendini daha iyi hissetmek ister… Peki iyi hissetmeyi ne sağlar?… Evet, ne yazık ki. yemek yemek.

Yeme sorunu hangi nedenle ortaya çıkarsa çıksın, neredeyse hepimizde “duygusal yeme”ler, “tıkınırcasına yeme”ler ve “hiçbir şey yememe”ler şeklinde belirmektedir. Yeme sorunları ve bununla ilgili kaygılar, utanç ve güvensizlik duyguları tek başımıza başa çıkamayacağımız düzeyde olabilir.

Yeme sorunu olan pek çok insan ya bu sorununun farkında değildir ya da nasıl yardım arayacağını bilememektedir. Önemli olan, risk altında olup olmadığımızı değerlendirmek ve kendimize uygun bir destek sistemi içinde bir uzmana danışmaktır.

Bu kısır döngüyü kırabilirsiniz! Dağ ne kadar sarp ve yüksek olursa olsun, yol onun üstünden aşar.

Yemek ve duygularımız adlı konuya yorum yapmak ister misin? Etiketler

*

*

Yorum yapmak ister misin?

Acilservis.pro - Hakaret, imla kurallarına uymayan ve konu ile alakasız yorumlar kesinlikle onaylanmayacaktır.