SÜS BİTKİLERİ SEKTÖRÜ

Yazar:   Tarih:   Kategori: Genel Sağlık 

1. GİRİŞ

Süs bitkileri sektörü; kesme çiçek yetiştiriciliği, iç mekan süs bitkileri yetiştiriciliği, dış mekan süs bitkileri yetiştiriciliği ve doğal çiçek soğanları olmak üzere dört grup altında incelenir. Kesme çiçek kavramı; buket, sepet, çelenk ve arajmanlarda kullanılan, çiçek gonca, dal ve yaprakların taze, kurutulmuş, boyanmış veya ağartılmış olarak kullanıma sunulmuş durumlarını ifade etmektedir. Bu ürünlerin yetiştirilmesi, toplanması, hasat sonrası işlemler, sınıflandırılması, ambalajlanması, depolanması ve pazarlanması gibi faaliyetlerin tümü kesme çiçek konuları içinde yer almaktadır (Özzambak, 2001).

Üretimi ve ticareti yapılmakta olan birçok kesme çiçek türü mevcut olmakla birlikte, dünya üretimi ve ticaretinde en ön sırada yer alan başlıca dört tür; karanfil, gül, krizantem ve glayöl’dür (Türkay, 2000). Ülkemizde toplam süs bitkileri sektörü içinde kesme çiçekler 15280 da alan ve % 70.3’lük pay ile ilk sırada yer almaktadır (Anon., 2000a). 1995 yılında 280 milyon adet (dal) olan kesme çiçek üretimimiz, 1999 yılında 407.8 milyon adete (dal) yükselmiştir. Üretilen bu çiçeğin 231 milyon adeti (% 56) iç pazarda değerlendirilmiş, 175 milyon adeti ise (% 44) yurt dışına ihraç edilmiştir. Türkiye’de üretilen kesme çiçeğin ülkemiz süs bitkileri ticaretinde yeri incelendiğinde kesme çiçekler 21.0 milyon $ iç tüketim, 20.0 milyon $ ihracat olmak üzere toplam 41.0 milyon $ değer ile üretim alanında olduğu gibi ilk sırada yer almaktadır (Özzambak, 2001).

Ülkemizde üretilen kesme çiçeğin türler bazında dağılımını incelediğimizde (Çizelge 1) karanfil % 62’lik üretim payı ile birinci sırada, gül ise % 12’lik üretim payı ile ikinci sırada yer almaktadır .

Çizelge 1. Türkiye’de kesme çiçek üretiminin türlere göre dağılımı (Özzambak, 2001)

Türler

Karanfil

Gül

Krizantem

Glayöl

Gerbera

Diğerleri

Oran %

62

12

9.2

6.2

4.0

6.6

Günümüzde iç pazar kesme çiçek ihtiyacını karşılayan gül sektörünün ihracata yönelik adımları da yetiştiriciler için önemli bir teşvik unsurudur (Çizelge 2 ).

Çizelge 2. 1999-2001 yılları arasında kesme gül ihracat kayıtları (GTİP Bazında) (Anon., 1999, 2000b, 2001)

Yıllar/Dönem

Miktar (adet)

Miktar (KG)

FOB

(ABD DOLARI)

1999

(01.01.1999-31.12.1999)

11.870

600

5670

2000

(01.01.2000-31.12.2000)

255.750

9.340

14.622

2001

(01.01.2001-14.10.2001)

1.069.477

54.176

113.345

Çizelge 2 incelendiğinde görüleceği üzere, 1999 yılında 11.870 adet ve 5670 FOB$ değerinde olan kesme gül ihracatımız, 2001 yılında 1.069.477 adet ve 113.345 FOB$’a yükselmiştir.

Tarımsal üretimde verimlilik çevre koşullarının kontrol edilebildiği ölçüde yükselmektedir. Bu nedenle son yıllarda çevre kontrollü tarım sistemleri giderek artan bir ivmeyle gelişme göstermektedir. Bitkisel üretimde çevre kontrollü üretimin en yaygın ve ve en etkin uygulaması seracılıktır. Sera topraklarındaki sorunlar nedeni ile topraksız yetiştiricilik dünya seracılığında önemli bir paya sahip olmuştur. Tarımsal üretimde yer alması oldukça yeni olan topraksız yetiştiriciliğin başlangıcı oldukça eskilere, 17. yy’a kadar dayanmaktadır. 1925 yılında Amerika’da seracılık endüstrisinin toprak kökenli sorunlara karşı topraksız kültür sistemi tekniğini kullanmak istediğini açıklaması üzerine araştırıcılar topraksız yetiştiriciliğin geleneksel toprakta yetiştiriciliğin yerine kullanılabileceğinin farkına varmış ve 1925-1935 yılları arasında topraksız bitki yetiştiriciliğinin uygulamaya aktarılması konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Topraksız yetiştiriciliğin büyük çaptaki ilk uygulaması; II. Dünya savaşı sırasında (1945 yılında), Pasifik Okyanusu’ndaki adalarda (Ascention adasında) konuşlanan askerlerine taze sebze sağlamak amacı ile su ve çakıl kültürü ile sebze yetiştiren Amerikan ordusu tarafından gerçekleştirilmiştir (Harris, 1970).

1970’li yıllardan itibaren seracılığı gelişmiş ülkelerde topraksız yetiştiricilik üretime sokulmuş, 1980’li yıllarda ise hızla yayılma eğilimi göstermiş, günümüzde ise A.B.D., Japonya, Hollanda, İngiltere, Kanada, Almanya, Rusya, Avustralya, İsrail, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Bahama Adaları, Kuveyt, Brezilya, Polonya, Singapur, Malezya, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Hindistan gibi ülkelerin bazılarında sera ürünlerinin bir kısmı, bazılarında ise tamamı topraksız tarım yöntemiyle gerçekleştirilmektedir (Sevgican, 2000). Bugün süs bitkilerinde dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan ve Avrupa ülkeleri arasında en geniş kapalı alana sahip olan Hollanda’nın seralarda yüzde yüzlere varan oranlarda topraksız kültüre geçtiği bilinmektedir. Ülkemizde ise 1980’li yılların sonlarına doğru başlanan topraksız yetiştiricilik ile ilgili çalışmalar hızla yayılma eğilimi göstermektedir. Yorulan sera topraklarıyla ülkemiz, önümüzdeki birkaç yıl içinde topraksız tarıma büyük ölçüde geçmek zorundadır.

Kesme çiçek gül yetiştiriciliği uzun süredir yapıla gelmesine rağmen, yetiştiricilikte çözümlenememiş, genelde çevre faktörlerinden kaynaklanan gülün verim ve kalitesini olumsuz etkileyen pek çok sorun vardır. Yetiştiricilikte karşılaşılan en önemli problemlerden biri topraktan kaynaklanmaktadır. Gül organik maddelerce zengin, drenajı iyi, derin, taban suyu seviyesi yüksek olmayan, iyi havalanabilen, yeterli miktarda besin maddesi içeren, PH’sı 5.5-6.3 arasında olan toprakları sever. Toprakta aranan diğer bir önemli özellik ise; hastalık ve zararlılardan ari olmasıdır. Özellikle Agrobacterium spp ve nematod gibi gül bitkisinin gelişimini engelleyen, bitkinin ekonomik ömrünü kısaltan ve verimini düşüren toprak kaynaklı mikroorganizmalar da gül yetiştiriciliğini olumsuz etkilemektedir. Gül çok yıllık ve derin köklü bir bitki olması nedeni ile topraktan kaynaklanan birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Hastalık ve zararlılar, tuzluluk, organik madde azlığı, su dengesinin yetersizliği en önemli toprak kaynaklı sorunlardır. Bunları aşmada toprağın dezenfeksiyonu, toprağa torf ilavesi, drenaj sisteminin yapılması gibi önlemler alınır. Ancak toprak kaynaklı sorunların çok büyük olması nedeniyle topraksız tarım alternatif bir yetiştiricilik olarak, gül yetiştiriciliğinde de yer almaktadır (Söhne, 1997). Gül yetiştiriciliğinde problem olan toprak kaynaklı sorunlardan kurtulmak amacıyla topraksız tarım çalışmaları önem kazanmaktadır.

Topraksız tarım ise; her türlü tarımsal üretimin, durgun veya akan besin eriyiklerinde, besin eriyiği sisinde veya besin eriyikleri ile sulanan katı ortamlarda gerçekleştirilmesidir (Sevgican, 1999). Topraksız tarım örtü altı sebze yetiştiriciliğinde daha yaygın olarak kullanılmakla birlikte, kesme çiçek üretiminde de giderek yaygınlaşmaktadır. Örneğin Antalya’da büyük bir sera işletmesi olan Antalya Tarım ve Ayer Tarım’da gül üretimi tamamen topraksız tarımda yapılmaktadır. Üretimin doğrudan besin eriyiklerinde gerçekleştirilmesi su kültürü (Hydroponic), besin eriyikleri ile sulanan perlit, kum, çakıl, kayayünü, talaş gibi ortamlarda gerçekleştirilmesi katı ortam kültürü (Agregat culture, substrat culture) olarak adlandırılır. Topraksız tarıma topraksız kültür (soilless culture, besin kültürü (nutriculture), kimyasal kültür (chemiculture) de denilmektedir. Su kültürü; durgun veya akan su kültürü ile besin çözeltisinin bitki köklerine sis halinde verildiği aeroponik şeklinde uygulanabilmektedir (Gül, 1990; Sevgican, 1999). Subsrat kültüründe ise torf, talaş, ağaç kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu gibi organik; kum, çakıl, perlit, vermikülit, volkantüfü gibi inorganik ve kayayünü, plastik köpük gibi sentetik materyaller kullanılmaktadır (Verdonck, 1991). Subsratlar yatak-tekne, torba veya saksılar içerisine yerleştirilerek kullanılmaktadır (Gül, 1990).

Topraksız tarımın özellikle seracılıkta yaygınlaşmasının nedeni, toprak kaynaklı sorunların boyutlarının aşağıda açıklanan nedenlerden dolayı oldukça büyük olmasıdır (Gül, 1991; Sevgican, 1999)

a) Seralarda monokültür uygulamaların yaygınlığı

b) Tuzluluk,

c) Dezenfeksiyon,

d) Hastalık ve zararlılarla mücadelede dayanıklılık sorunu,

e) Açıkta yetiştiriciliğe göre daha verimli çeşitlerin kullanılması ve yetiştirme dönemlerinin daha uzun olabilmesi sonucu toprağın sömürülmesi,

f) Sera topraklarının gübre gereksinimi,

Sera yetiştiriciliğinde bu sorunları çözümlemeye yönelik uygulamaları (Gül, 1991);

1) Fazla miktarda organik ve kimyasal gübre kullanımı,

2) Sera toprağının yaz aylarında bol su ile yıkanıp işlenmesi,

3) Sürme tabanının kırılması,

4) Toprağın dezenfekte edilmesi,

5) Gerektiğinde toprak değiştirme işleminin yapılması,

6) Topraksız yetiştirme yöntemlerinin kullanılması.

Sera topraklarında ortaya çıkan bu sorunların pek çoğunu çözmenin en garantili yolu 4-5 yılda bir toprak değiştirmektir. Ancak 1 dekar seranın 20 cm derinliğindeki toprak kısmının değiştirilmesi düşünüldüğünde toprak özgül ağırlığının 1 varsayılması halinde bile 200 ton toprağa gereksinim vardır. Bu kadar toprağı bulmak ve taşıtmak hemen hemen olanaksızdır (Sevgican, 1999).

Topraksız tarımın avantajları arasında; işgücüne gereksinim azalması, üretime uygun olmayan yerlerde üretimin yapılabilmesi, bitkilerin beslenmesinin daha iyi kontrol edilebilmesi, bitki besleme ile ilgili harcama boyutunun azalması, tuzlu sulama sularından yararlanılması, kalite ve verimin daha yüksek olması, sudan ekonomi sağlaması, otomazisyona uygunluğu, tarımsal ilaç harcamalarının çok düşük olması, ekim nöbeti yapma zorunluluğu olmaması, üretimde devamlılığı sağlaması, birim alana daha fazla bitki dikilmesi erkencilik sağlaması sayılabilir (Abak ve ark., 1994; Sevgican, 1999).

Kesme çiçek gül yetiştiriciliği uzun süredir yapıla gelmesine rağmen, yetiştiricilikte çözümlenememiş, gülün verim ve kalitesini olumsuz etkileyen pek çok sorun vardır. Bu nedenle son yıllarda kesme gül yetiştiriciliğinde verim ve kaliteyi artırmak için bir çok araştırma yapılmıştır. Son yıllarda üzerinde durulan teknik uygulamalardan biriside bükme işlemidir. Bükme tekniği 1980’li yılların sonlarında Japon gül üreticileri tarafından geliştirilmiş olup buradan Hollanda, İsrail, Tayvan, Kore ve ABD’ye yayılmıştır (Ohkawa ve ark., 1999). Bükme, arzu edilmeyen sürgünlerin alttan ikinci boğum üzerinden eğilmesidir. Bükmeyle; büküm yerinin üstündeki sürgünün uzaması ve bu sürgün üzerindeki yaprak koltuklarından çıkan sürgünlerin gelişmesinin engellenmesi amaçlanmaktadır. Böylece büküm yerinin altındaki yaprak koltuklarından çıkan tomurcuklardan meydana gelen yeni sürgünlerin eğilen sürgünden de karbonhidrat sağlayarak çok daha güçlü olması hedeflenmektedir (Lieth, 1998; Lieth ve Kim, 1999).

Bükme tekniği ile hem gül yetiştirmek hem de hasat etmek geleneksel metoda göre daha kolaydır. Bir gül sürgünü büküldüğünde meydana gelen fizyolojik değişimler iyi bilinmez. Bunun en uygun açıklaması hormonal bir etkiden kaynaklandığı şeklindedir. Bir sürgün herhangi bir eğme olmaksızın dik büyüdüğünde gelişen tomurcuk gövdeden aşağıya doğru taşınan oksinleri üretir. Gövdenin tamamındaki konsantrasyon büyüme noktasının altındaki tomurcukların gelişmelerini önler. Büyüyen bir sürgünün ucunun koparılmasıyla tomurcuklarda dormansinin kırılması ve büyümenin başlaması için oksin kaynağı uzaklaştırılmış olur. Yeni gelişen sürgünler tekrar oksin üreterek altta bulunan tomurcukların gelişmesini önlerler (Lieth, 1998; Ohkawa ve ark., 1999).

Türkiye’de ticari kesme çiçek üretimi, ilk zamanlarda İstanbul ve çevresinde iç pazara dönük olarak yoğunlaşmıştır. Daha sonra uygun ekolojik koşullara sahip olan Akdeniz ve Ege Bölgelerine kaymış; Akdeniz Bölgesinde özellikle Antalya ili, üretim alanı ve miktarı yanında pazarlamadaki iyi organizasyon sayesinde ülkemizin dışa yönelik kesme çiçek satışında en önemli merkez konumuna gelmiştir. Türkiye’nin dış pazara yönelik kesme çiçek üretiminin % 87’lik kısmı bu ilden yapılmaktadır (Özkan ve ark., 1998).

2. KESME GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİNDE EN FAZLA KULLANILAN YETİŞTİRME ORTAMLARI VE ÖZELLİKLERİ

2.1. İnorganik Ortamlar

2.1.1. Perlit

Saf silis küreciklerinden oluşan bir maddedir. Doğadan çıkarılan ve perlit eldesinde kullanılan volkanik kayaçlar öncelikle öğütülür, sonra 900-1000 oC gibi yüksek sıcaklıklarda tutulur, bu sıcaklıklarda içerdiği suyun genişlemesi sonucu mısır patlağı görünümündeki silis kürecikleri oluşur. Silis küreciklerinin hacmi genelde eski hacimlerinin 5-20 katıdır. Perlit, beyaz renkli, hafif, steril ve nötr (pH 6.5-7.5) yapıdadır. Perlit taneciklerinin bünyesinde çok küçük hava kabarcıkları vardır. Taneciklerin yüzeyi sayısız küçük boşlukla kaplıdır. Bu nedenle su tutma gücü yüksektir. Perlit gerek organik ve gerekse inorganik kökenli ortamlar arasında su tutma gücü en yüksek olan ortam olup % 229-360’ lara varan bir su tutma gücüne sahiptir. Volüm ağırlığı 0.389 g/cm3, porozitesi % 66.4, EC’ si sıfırdır (Çeltek, 1992).

Perlit tane büyüklüğüne göre 3 ana gruba ayrılır:

Çok iri taneli perlit: Taneciklerinin % 80’ i 1.5-5mm büyüklüğündedir.

İri taneli perlit: Taneciklerin % 80’ i 1.0-2.5 mm büyüklüğündedir.

İnce perlit: Taneciklerin % 80’ i 0.01-1.0 mm çapındadır.

Tane iriliği 1.5-5 mm arasındakiler turbalı karışım hazırlamada, 1-3 mm arasındakiler tohum çimlendirmede ve fide üretiminde kullanılmaktadır. Bunların hacim ağırlıkları sırasıyla g/cm3 olarak 0.085, 0.162, 0.096’dır. Hava kapasiteleri (iyice sulanıp süzüldükten sonra) sırasıyla % hacim olarak %59, %49 ve %17’dir. Havalanma bakımından en uygun olanı çok iri perlittir.

Bitki yetiştirme ortamı olarak perlitin taşıdığı üstün özellikler aşağıda özetlenmiştir (Sevgican, 1999):

Su sadece parçacıkların yüzeyinde ve arasındaki boşluklarda tutulduğundan drenaj ve havalanma çok iyidir.

Kuvvetli bir kapillar çekimi vardır. O nedenle suyun girişi ve hareketi kolaydır. Bitki kökleri tarafından su ve besin maddeleri rahatlıkla alınabilir.

Sterildir ve taşınması kolaydır. Kimyasal ve biyolojik ayrışma göstermediğinden yapısı değişmez, o nedenle de daha uzun yıllar ard arda kullanılabilir.

pH’sı nötr yani 6.75-7.5 arasındadır.

Perlitin ısı iletkenliği çok düşüktür, o nedenle perlitten oluşan yetiştirme ortamlarında ani sıcaklık değişimleri olmaz. Bitki ani sıcaklık değişimlerinden olumsuz etkilenmez.

Fideler perlitte sıkışmadığından kök kaybına uğramadan kolay çıkarılabilir.

Temiz ve kokusuz olması daima tercih nedeni olmuştur.

Bitkinin karanlık gereksinimini iyi karşılar ve bitkiye iyi destek verir.

Tek olumsuz yönü çok az miktarlarda da olsa bazı besin maddelerini içermesidir ki bu durumun beslenmeye dayalı çok hassas çalışmalarda göz ardı edilmemesi gerekir.

2.1.2. Kayayünü (Rockwool)

% 60 diabase, % 20 kireç, % 20 kömür tozu karışımının 1500-2000 0C sıcaklıktaki fırınlarda eritildikten sonra 0.5 mm’lik tabakalar halinde çıkarılarak preslenmesi sonucu elde edilir. Hızla dönen çubukların içine dökülerek çok ince ipliklere ayrılır. Soğuma sırasında sıcaklık yaklaşık 2000C’a düştüğünde, su çekme özelliği kazandırılmak için phenolresin (reçine) ilavesi yapılır, sıkıştırılarak şekillendirilir. Kayayününün gözenek oranı % 96’dır ve başlangıçta steril bir yapıya sahiptir. Isı yalıtımı için üretilen kayayünleri, fenolojik bileşikler içerdikleri için, tarımda kullanıma uygun değildir. O nedenle tarımda kullanılanlar öncelikle fenolik bileşiklerden arındırılır. Özellikle İskandinav ülkelerinde topraksız tarımda geniş çapta kullanılan kayayününün ilk bulunduğu ülke Danimarka’dır ve bu ülkedeki ticari adı Grodan’dır. Yine aynı ülkede topraksız tarımda ilk defa 1969 yılında kullanılmıştır.

Kayayününün kimyasal yapısı aşağıda verilmiştir.

Si02 % 47

Al203 % 14

Ti02 % 1

Fe203 % 8

Ca0 % 16

Mg0 %10

Mn0 %1

Na20 % 2

K20 %1

Kayayününün topraksız tarımda kullanımına neden olan üstün özellikleri aşağıda özetlenmiştir.

Yapıştırıcı ve isotropic lifli bünye özelliği,

Yüksek su tutma kapasitesi,

Gözeneklilik ve oksijen zenginliği ile iyi bir kök ortamı oluşu,

Besin eriyiklerini yüksek emme gücü ve eşit dağıtması.

Kullanım sonrası kayayününün pH’sı çok yükselir. Bazı hallerde 9-9.5’e çıkabilir. O nedenle tekrar kullanılmadan önce yıkanması veya asit ilavesiyle pH’sının düşürülmesi gereği vardır. Kayayünü büyük yetiştirme plakası ve küçük fide blokları ile tohum ekimine uygun mini blokları olmak üzere farklı büyüklüklerde pazarlanır. Büyük kayayünü plakalarının ömrünün hıyar yetiştiriciliğinde ise 5 kez kullanılmak koşuluyla 3 yıl olduğu bilinmektedir (Baş, 1991). Küçük fide bloklarının ömrü ise 1 yıldır. Tekrar kullanılacak olan kayayünü plaka ve bloklarının polietilen kılıftan çıkarıldıktan sonra sterilize edilme koşulu vardır. Sterilizasyondan sonra bazı üreticiler tekrar paketlemeyi tercih ederler.

Kayayünü ilk yıl hıyar, daha sonraki yıllar domates üretimine daha uygundur. Zira zamanla oturur, üretim sonrası kayayünü bloklarının yok edilmesi, toprakaltı suyu ve çevre kirliliğine neden olacakları için gereklidir. Ancak kayayünü atıklarını yok etmenin yolu kullanılan kayayünlerinin köklerden temizlendikten sonra tekrar kayayünü üretiminde kullanılmasıdır.

2.1.3. Volkan Tüfü (Pomza Taşı)

Pomza veya ponza adı İtalyanca’dan gelmektedir. Türkçe’de sünger taşı, köpük taşı, hışır taşı, nasır taşı ve küvek gibi adlarla bilinmektedir. Pomza, asidik ve bazik karakterli volkanik faaliyetler sonucu oluşmuş volkanik bir kayaçtır. Pomza, volkan bacasındaki gazların basınç etkisiyle patlayan volkanla birlikte fışkıran mağmanın köpük halini almasıyla oluşur. Köpük atmosfer basıncıyla aniden soğur ve katılaşarak porozite kazanır. Asidik pomzanın yoğunluğu 0.5-1 g/cm3, bazik pomzanın yoğunluğu ise 1-2 g/cm3’dür. Pomza sterildir, kimyasal reaksiyon vermez ve pastörizasyonda yapısal değişikliğe uğramaz. PH’sı 7-7.4’dür.Yeryüzünde yaygın olarak bulunan beyaz, kirli beyaz renkte olan asidik pomzadır. Kahverengimsi ve siyahımsı renkte olanı ise bazik pomzadır. Nevşehir, Kayseri, Bitlis, Van, Ağrı ve Kars’ta bulunan ve detaylı olarak jeolojik etüdü yapılmış olan yataklar asidik pomza yataklarıdır. Van, Bitlis, Ağrı, Urfa, Mardin ve Niğde’deki bazı küçük yerleşim merkezlerindeki pomza yatakları Manisa Kula’da olduğu gibi bazik karakterlidir. Pomzanın tane iriliği 1-5 mm arasında değişir. Fazlaca sülfat içerebilir, ancak yıkanarak sülfat bileşiklerinden arındırılabilir. Normalde açıktaki pomza yığınlarının yağmurlarla yıkanarak temizlenmesi de söz konusudur. Tarımsal amaçlı kullanımdan önce özellikle çok küçük parçalardan arınması için elenmesi gereklidir.

Pomzanın kimyasal özelliği ocaktan ocağa az yada çok değişim gösterirse de genelde aşağıda verildiği gibidir.

Al203 % 13-15

Fe203 %1-3

Ca0 % 1-2

Mg0 % 1-2

Na20 % 2-5

K20 % 3-4

SiO2 % 60-75

İz miktarda bulunan K, Ca, Mg gibi makro, Fe, Cu, ve Zn gibi mikro elementler bitkiye yarayışsız formdadır yada bitkiye yarayışlılık sınırları çok düşüktür (Çeltek, 1992).

Pomza’da Yetiştirilen Gül Serasından Bir Görünüm

2.2. Organik Ortamlar

2.2.1.Torf (Peat)

Torf bilindiği gibi turba yataklarından elde edilir. Turba, ıslak ortamlarda, bataklıklarda hızla gelişen turba bitkilerinin bıraktıkları artıkların havasız koşullarda yığınlar halinde birikmesinden oluşur. Turbalar ortam ve bitki çeşidine bağlı olarak farklı tiplerde olabilirler. Örneğin çökelti turbalar kamış, su laleleri gibi bitkilerin devamlı su bulunan bitki besinlerince zengin çukurlarda oluşmasına karşın, lifli turbalar nemli, yağışı bol ve serin, bitki besin maddelerince fakir yerlerde, fukara saçı, tüy otu gibi spagnum tipi yosunların humuslaşması sonucu oluşurlar. Besin maddesi içerdiği düşünülürse de bu besin maddelerinin parçalanıp yarayışlı hale geçmesi çok uzun sürer, mikroorganizmalarca yılda maximum % 1 oranında ayrıştırılabildiği bilinir. Parçalanmanın gerçekleştiği anda da agregatlık özelliğini yitirir. Kireçli ve bitki besin maddelerince zengin ortamlarda humuslaşma daha hızlı olur. Turba profillerinde humuslaşmanın üstten alta hızlı olduğu görülür. Humusun rengiyle parçalanma derecesi arasında büyük bir ilişki vardır. Renk koyulaştıkça humuslaşmanın daha ileri olduğu anlaşılır. Tam oluşmuş bir turbada bitkileri tanımak mümkün değildir. Torf da üst üste birkaç kez kullanılabilen bir agregattır. Ancak 4 yıl sonra ortaya çıkan oturma, sıkışma kök gelişmesini olumsuz yönde etkilemeye başlar. Ülkemizde Bolu, Denizli, Van, Kahramanmaraş, Kayseri, Erzurum ve Kars yöresinde torf yatakları vardır. Genelde su tutma kapasitesi kuru ağırlığının 10 katıdır, pH’sı 3.8-4.5 arasındadır. Nispeten sterildir. Üç yetiştirme dönemi sterilize edilmeksizin kullanılabilmektedir. Bolu çevresinde çıkarılan bir torf örneğinin volüm ağırlığı 196 g/cm3, porozitesi % 84.07, su tutma kapasitesi % 360.85, pH’sı 6.6, EC’si 0.45 mmhos/cm olarak saptanmıştır (Çeltek, 1992). Bolu çevresinde çıkarılan torftaki faydalı, makro ve mikro besin elementi seviyeleri aşağıda verilmiştir.

P

K

Ca

Mg

Na

Fe

Cu

Mn

Zn

0.6

70

140

35

15

0.10

0.02

0.50

0.15

2.2.2. Ağaç Kabuğu

Ağaç kabukları da ortam kültüründe kullanılan organik agregatlar arasında yer alır. Yapılan araştırmalar başta göknar olmak üzere, çam, kayın, meşe, sekoya ve porsuk ağaçlarının kabuklarının rahatlıkla kullanılabileceği gerçeğini ortaya koymuştur. Çamlar arasında özellikle ponderosa çamı, sarı çam, sahil çamı ve akçam kabukları en çok kullanılanlardandır. Genelde kabukların su tutma güçleri çok yüksektir. Göknar kabuklarının, ağırlığının % 165’i kadar su tutabildiği, doyma noktasında bile % 31.5 hava içerdiği görülmüştür. Kabukların su tutma güçleri ile irilikleri arasında bir ilişki vardır. Kabuk irileştikçe su tutma gücü artar, ancak hava içeriği azalır. Gerek talaş ve gerekse ağaç kabukları fermente edildikten sonra kullanıldıklarında herhangi bir hastalık ya da zararlı taşıma riskleri ortadan kalkar. Çam ağaçlarının kabuklarının su tutma gücü % 218-267, volüm ağırlığı 0.245 g/cm3, porozitesi % 84, pH’sı 6.1, ve EC’si 0.20 mmhos/cm olarak saptanmıştır (Çeltek, 1992).

2.2.3. Cocopeat


Cocopeat’te Yetiştirilen Gül Serasından Bir Görünüm

Hindistan cevizi sütünden ayrıldıktan sonra kabukları küçük parçalara ayrılır. Kabuktan çeşitli lifler seçilerek istenen özelliğe gelinceye kadar yıkanıp temizlenirler. Bitki yetiştirmek amacıyla seçilen bu materyale cocopeat denir (Luijk., 2001). Cocopeat hindistan cevizi tozu olup hindistan cevizinin kabuklarından elyaf çıkarıldıktan sonra kalan artıklardır (Antalya Tarım, 2002). Cocopeat Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinde bitki yetiştirme ortamı olarak ticari amaçlı üretilmektedir (Noquera vd., 2000). Bununla birlikte kullanılan cocopeatlerin çoğu Srilanka’dan gelmektedir (Luijk., 2001). Hava ve su tutma kapasitesi çok yüksek olduğundan bitkilerin yetiştirilmesinde ideal bir ortamdır. Ayrıca ilaçlı su içinde bitki yetiştirilmesine çok uygun bir materyaldir. Islanmasıyla hava geçirme kapasitesini çok etkilemez (Antalya Tarım, 2002). Hava geçirme kapasitesi yaklaşık % 25-30’ dur. Böylece bitkilerin daha iyi ürün vermesine, bitki köklerinin hızlı gelişmesine ve bitki başına çiçek ve meyvelerin daha çok olmasına imkan sağlar. Suyu kolay çekmesi, kolay uzaklaştırmasına yol açar. Böylece daha az sıklıkla ve daha kısa sürede sulamaya ihtiyaç duyar (Antalya Tarım, 2002). Ayrıca fazla sulamadan meydana gelebilecek sulama hataları kolaylıkla tolere edilebilir (Luijik, 1999). Bunlara ilaveten gübrenin süzülme sırasında kaybı ve kullanılan su miktarı azalır (Antalya Tarım, 2002). Toplam su tutma kapasitesi peat’den daha düşüktür. Hafif asidik bir ortama sahip olup tuzluluk oranı 0.4-6,0 dS m-1 arasında değişir. İyon değişim kapasitesi 32-95 m.e/100gr’dır. C/N oranı ise yaklaşık 117 dir. Toplam porozitesi oldukça yüksek olup %90 (vol)’nın üzerindedir. Lignin ve selüloz oranı peat’den yüksek, hemiselüloz oranı düşüktür. Mineral, nitrojen, kalsiyum ve magnezyum başta olmak üzere doğal olarak kullanılabilirler. Bileşenlerinin miktarı oldukça düşüktür. Başka bir değişle fosforlar ve potasyum bileşikleri bakımından oldukça zengin bir materyaldir (Noquera vd.,2000). Cocopeat hindistan cevizinden veya kabuk tozlarından yapıldığından (Yau vd., 2000), tamamen doğal bir ortamdır. Bu yüzden ilave edildiği torf yataklarının ortamına zarar vermez (Antalya Tarım, 2002). Ancak Noquera ve arkadaşlarının (2000) yaptığı bir çalışmada cocopeat 3:1 (vol/vol) oranında sphagnum, peat ve vermikulit ile karıştırılmıştır. Bitkilerin sadece cocopeatin kullanıldığı yetiştirme ortamında, bu ortamdan daha iyi geliştiği gözlenmiştir (Noquera vd.,2000). Ayrıca hayvan ve bitkilerin yaşadığı doğal ortamı bozmadığından çevre açısından da tercih edilen bir üründür (Antalya Tarım, 2002). Hindistan cevizinin başka avantajları da vardır. Örneğin hindistan cevizi substratı toprak düzelticisi olarak toprağın üstüne dağıtılabilmektedir. Aynı amaçla kullanılan kaya yünündeki gibi problemlere yol açmaz. Yine hindistan cevizi ağaçtan toplandığı için hiçbir toprak hastalığı da içermemektedir (Antalya Tarım,2002). Bu avantajların yanı sıra ham formu olan hindistan cevizinin bitki gelişimini inhibe edici fitotoksik elementleri içerdiği bilinmektedir. Bu yüzden genelde diğer organik veya inert materyallerin karışımı kulllanılır. Bu durumu önlemek amacıyla yapılan bir çalışmada hindistan cevizine % 0.75 azot ilave edilerek bazı küf ve ağaç parçalayan mikro-fungi viz(?) leri ile 25oC üç ay biyolojik parçalanmaya tabi tutlmuştur. Böylece hindistan cevizinin C/N oranı, CEC miktarı ve humik asit oranının düştüğü gözlenmiştir. C/N oranının düşmesinin sebebi ortama N eklenmesi ve hemiseliloz, seliloz ve az miktardaki lignin bileşiklerinin karbon reaksiyonudur (Yau ve ark., 2000). Yine yapılan çalışmalarda, yetiştirilen bitki türlerinin gelişme ortamından farklı şekilde etkilendikleri belirlenmiştir. Yine Leach yöntemi ile ortamdaki tuzları uzaklaştırılan cocopeat etki ortamlarının bitki büyüme ve gelişimine etki göstermediği saptanmıştır (Noquera vd., 2000).

Orijinal hacminin 5 kat daha fazla hacme genişlediğinden denizle taşıma ücreti düşüktür. Ekonomik bir üründür ve yapısı bozulmadan uzun yıllar kullanılabilmektedir (Luijk, 2001).

3 KESME GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİNDE TOPRAKSIZ TARIM ve BÜKME UYGULAMASI İLE İLGİLİ LİTERATÜR ÖZETLERİ

Özellikle 1970’li yıllarda ortaya çıkan enerji krizi sonucu, buhar ile toprak dezenfeksiyonu çok pahalı bir teknik haline gelmiş, kimyasal dezenfeksiyon ise yasaklanmaya başlanmış olduğu için topraksız yetiştiricilik ticari anlamda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Zaman içerisinde diğer olumlu etkilerinin de fark edilmesiyle günümüze dek giderek yaygınlaşmıştır (Van Winden, 1988).

Ülkemizde gerçekleştirilen pek çok araştırmada; başlangıç maliyetinin daha az olması, sistemin daha kolay çalıştırılabilmesi ve kullanılan ortamın kök bölgesinde tampon görevi yapması sonucu yapılacak hatalara karşı daha fazla toleranslı olması nedeniyle, üretici bazında kullanım olanağı daha fazla olacağı düşünülen ortam kültüründe çeşitli ortamların tek başına veya karışım olarak kullanıldığı çalışmalar yürütülmüştür (Baş, 1991; Gül, 1991; Özgür, 1991; Abak ve ark., 1994; Çelikel, 1994; Varış ve Özüyaman, 1994; Paksoy, 1995; Şirin, 1995).

Ortam kültüründe kullanılan materyaller torf, talaş, ağaç kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu gibi organik; çakıl, kum, kil, perlit, vermikulit, kaya yünü, volkan tüfü (pomza taşı), cam yünü, plastik köpük ve curuf gibi inorganik olabilir (Vendock, 1991;.Sevgican, 1999).

Carletti ve ark., (1992) tarafından Carambole gül çeşidi çam kabuğu, perlit ve kayayünü ortamlarında yetiştirilmiş, verim ve kalite açısından ortamlar arasında bir farklılık olmadığı saptanmıştır.

Kayayününde yetiştirilen Mercedes gül çeşidi 90-180-220-300 ppm N dozlarında beslenmiş, 180 ppm N dozunun en yüksek verimi vermesine karşın 300 ppm N dozuyla istatistiki anlamda bir farklılık oluşturmadığı belirlenmiştir (Hazan ve ark., 1994).

Urban ve ark. (1994) tarafından Sonia gül çeşidi kayayününde yetiştirilmiş, EC değerleriyle iklim değerlerinin su tüketimi üzerine etkisi belirlenmiştir. Sonuç olarak; su tüketiminde iklim koşullarının daha etkili olduğu saptanmıştır.

Kömür külüyle, ağaç kabuğu sırasıyla 3:1, 2:1, 1:1 oranlarında karıştırıldıktan sonra, 1:1 oranında karıştırılmış torf ve toprakla 1:1:1 oranında tekrar hazırlanıp karıştırılmıştır. Kontrol grubu olarak da 1:1:1 oranlarında toprak, kum ve torf karışımı hazırlanmıştır. Her bir ortamla doldurulmuş 19 litre hacimli saksılarda güllerden 1 yılda yetiştirme süresince 4 hasat alınmıştır. Kül ve ağaç kabuğu karışımlarının üçüncü ve dördüncü hasat döneminde kontrol ortamından daha iyi sonuç verdiği, bu ortamlarda borun arttığı, Mn ve Cu’ nun ise düştüğü belirtilmiştir. Yine bu ortamlarda bitkinin su ve gübre ihtiyacının daha fazla olduğu saptanmıştır. Adı geçen ortamların serada kesme gül yetiştiriciliğinde potansiyel ortam değerleri olarak ortaya çıktığı bildirilmiştir (Butler ve Bearce, 1995).

Gülde ortam kültürü 3, 10, 12, 30, litrelik saksılarda yürütülmüş, sonuçta; en yüksek kesme çiçek sayısı ve ağırlığınının 10 ve 30 litrelik hacimli saksılardan elde edildiği saptanmıştır (Bilindemon, 1998).

Cadahia ve ark. (1998) tarafından kum kültüründe 4 farklı gül çeşidinin bitki besin maddesi alımındaki farklılıkları ortaya koymak amacıyla yapılan çalışmada; çeşitlerin beslenme açısından farklı reaksiyonlar gösterdiği saptanmıştır. Çeşitlerin aynı besin solüsyonuyla beslendiği halde farklı oranlarda besin maddesi kaldırdığı tespit edilmiştir.

Lieth ve Kim (1999), kesme çiçek gül yetiştiriciliğinde optimum stratejileri belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada, geleneksel yetiştiricilik, bükme ve yetiştirme ortamlarını karşılaştırmıştır.

Kardinal ve Fire&Ice Gül Çeşitlerinden Gir Görünüm (orijinal) (Lieth, 1999)

Bükme metodu ile yetiştirilen bitkilerin geleneksel (bükülmeden, dikey terbiye edilen) metodla yetiştirilen bitkilerden daha uzun sap oluşturdukları, Kardinal gül çeşidinde cocopeat üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğunun 64.9 cm ve m2’deki sürgün sayısının 284 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ise ortalama çiçek sapı uzunluğunun 56.1 cm, m2’deki sürgün sayısının ise 320 adet olduğu saptanmıştır. Fire&Ice çeşidinde cocopet üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama sap uzunluğunun 76.1 cm, m2’deki sürgün sayısının 292 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğu 56.1 cm ve m2’deki sürgün sayısının ise 537 adet olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak bükme işlemi ile daha kaliteli çiçeklerin elde edildiği, bükme yapılmayan bitkilerde ise verimliliğin daha fazla olduğu belirlenmiştir.

Maloupa ve ark., (1999), serada perlit-zeolit karışımları üzerinde yetiştirilen Madelon güllerinin verim ve kalitesini belirlemek amacıyla yaptığı bir araştırmada; 100:0, 25:75, 50:50 ve 75:25 oranlarında zeolit ve perlit içeren ortamlar kullanılmış, sonuçta; 25:75 oranındaki zeolit:perlit ortamının daha fazla sayıda çiçek ve çiçek sapı uzunluğu (>70 cm ve 50-60 cm) oluşturduğu saptanmıştır.

Okhawa ve ark., (1999), kesme gül yetiştiriciliğinde yetiştirme tekniklerinden bükme uygulamasının etkilerini belilemek amacıyla yaptıkları bir çalışmada; dip sürgünleri gelişmelerinin başlangıcında kıvırarak bükmüşler ve büküm yerinin altından büyüyen kalın sürgünleri ise kesme çiçek olarak hasat etmişlerdir. Bu sürgünler geleneksel metoda göre pinç alma yerine kesildiği için gül saplarının böylelikle daha kalın, daha uzun ve daha kaliteli olduğu belirlenmiştir. Bükme metodunun kullanılmasıyla bir bitkiden daha az sayıda gül kesilmesine rağmen birim alana düşen çiçek sayısının dikim sıklığının artırılmasıyla artırılabileceği, bükme metodu ile geleneksel metotlar karşılaştırıldığında, bükme uygulaması ile kesme gül yetiştiriciliği ve hasadının daha kolay olduğu belirtilmiştir.

Sarkka ve Rita (1999), Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde bükme uygulaması ve budamanın verim ve kalite üzerine etkilerini araştırmıştır. Dört haftalık bir dinlenme periyodundan sonra 1.5 yaşındaki Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde sürgünlerin bir kısmı budanmış, bir kısmı da aşağıya yatay bir şekilde bükülmüştür. Hasatta flaştaki kör sürgünlerin bir kısmı bükülmüş bir kısmı da kesilmiştir. Araştırmada beş flaş incelenmiş, birinci ve ikinci flaş (1 Şubat-20 Nisan) süresince ilave ışık verilmiştir. Sonuçta; birinci flaşta her iki çeşidin verimlerinin daha yüksek olduğu, kör sürgün oranının kışın bükme uygulanan bitkilerde budama yapılan bitkilerden daha düşük olduğu, toplam gelişen sürgün sayısının ise yetiştirme tekniğiyle az etkilendiği saptanmıştır. Bükme veya kör sürgünlerin kesilmesinin Mercedes çeşidinde verimi artırırken Frisco çeşidinde verimi artırmadığı, bükme ile çiçekli sürgünlerin yüksekliğinin, bazı flaşlarda ise ticari verim kalitesinin arttığı belirlenmiştir. Mercedes çeşidinde budama ile sadece birinci flaştaki ilk çiçeklenmede kışın bükülen bitkilerden daha fazla verim alındığı, yetiştirme metodunun ise her iki çeşidin vazo ömrünü etkilemediği saptanmıştır. Zorlamanın başlangıcında kışın bükülen sürgünlerin faydalı olduğu, uzun saplı sürgünler arzu edildiğinde Mercedes gibi daha zayıf gelişen çeşitler için hasatta kör sürgünlerin bükülmesinin faydalı olacağı belirtilmiştir.

Ortam kültürü ya kullanılan ortamların ya da ortamların konulduğu yerlerin adıyla anılır. Örneğin; kum kültürü, çakıl kültürü, kaya yünü kültürü, torf kültürü veya yatak kültürü, paket kültürü, torba kültürü ve saksı kültürü şeklinde isimlendirilir. Genelde ortam kültüründe sistemlerin kurulması ve çalıştırılması daha kolaydır. Besin eriyiği açık sistem şeklinde verildiği için ve drene olan besin solüsyonu atıldığından dolayı konsantrasyon ve besin dengeleri her uygulamada aynıdır (Sevgican, 1999).

Akat (2001), örtüaltı gül yetiştiriciliğinde farklı yetiştirme ortamlarının gelişme ve çiçek verimi üzerine ektilerini araştırmıştır. Araştırmada; Smart gül çeşidi ve yetiştirme ortamı olarak da 4 ortam (çam kabuğu, pomza (0-7 mm), 1:1 torf+perlit ve 1:1:1: oranlarında torf+perlit karışımı+pomza+çam kabuğu=karışım) kullanılmıştır. Vegetatif dönemde karışım ve torf+perlit ortamında yetişen bitkilerin daha erken gelişerek, bükme işlemine geldiği saptanmıştır. Çiçek sapı uzunlukları 29.5-52.0 cm arasında değişim göstermiş, çiçek verimi bakımından ise ortamlar arasında % 5’e göre farklılık saptanmıştır. Maksimum toplam çiçek verimi 9.13 adet/bitki ile torf+perlit ortamından elde edilmiş, bunu karışım ortamı 8.40 adet/bitki ile izlemiştir. Sonuç olarak; tüm ortamların karışımı ve torf+perlit karışım ortamlarının ilk gelişim döneminden itibaren bitki gelişimi, kalite kriterleri ve verim bakımından diğer ortamlardan daha iyi sonuç verdikleri belirlenmiştir.

Hoog ve ark (2001), güllerin verim ve kalitesi üzerine bitki sıklığı, bükme ve hasat metotlarının etkilerini araştırmıştır. Araştırıcılar, Hollanda’daki modern gül üreticilerinin gittikçe artan bir oranda yüksek sistemleri kullanmaya başladıklarını, bu sistemde bitkilerin toprak seviyesinin üzerinde suni kök ortamlarında yetiştirildiklerini bildirmişlerdir. Bükülen dallar için boş alan yaratıldığı ve çalışma şartlarının iyileştirildiği belirtilmiştir. Bu sistemin kullanılmasıyla yetiştiricilerin alışık oldukları bitki şeklinin dışında yeni bir şekil oluştuğu, hasadın bitkinin sap dibine yakın veya çok yakın yapıldığında gülün tacının oldukça küçük kaldığı bildirilmiştir. Hollanda’da kullanılan yetiştirme sistemlerinde dalların düzenli olarak büküldüğü, bükmenin ise bitkinin ışıktan faydalanmasını artırdığı bildirilmiştir. Daha fazla ve düzenli bükülen dalların çeşitlere göre farklılık göstermesine rağmen daha az sayıda verim verdiği fakat güllerin ortalama sap ağırlıklarının ise daha yüksek olduğu saptanmıştır. Verimin (kg/m2) çeşitlere göre farklılık gösterdiği, bükmenin etkisinin ise sadece Frisco çeşidinde gözlendiği, Yaprak Alan Indeksinin (Leaf Area Index=LAI) bitki başına ve sezona göre farklılık gösterdiği ve her zaman bükmeyle etkilenmediği tespit edilmiştir. Bükülen dallar üzerindeki yaprakların daha yüksek bir fotosentetik fotosistem 2 etkisi gösterdiği, (fotosistem 2 olmazsa bitkiler gıda üretemez) bükülen saplar üzerindeki yaprakların hasat edilebilir dik saplar üzerindeki yaprakların sıcaklığından yaklaşık 1oC daha düşük olduğu saptanmıştır.

Lieth ve Kim (2001) tarafından yapılan bir araştırmada; , Rosa hybrida “Kardinal” ve “Fire&Ice” gül çeşitlerinin kesme çiçek verimleri tansiyometreye dayalı bir sulama sistemi ile sulanan cocopeat ve geleneksel UC karışım ortamları ile bükme ve geleneksel taç sistemleri arasında karşılaştırılmıştır. Verimlilik ve kaliteyi belirlemek amavıyla Eylül 1997’den Ağustos 1999’a kadar bütün hasat edilebilir çiçekli sürgünlerin sayısı ve uzunluğu ölçülmüş, sürgün bükmenin her iki çeşitte de hasat edilebilir sürgün sayısını azalttığı, ortalama çiçek sapı uzunluğu ve kuru madde oranını ise artırdığı saptanmıştır. Cocopeat’te yetiştirilen Fire&Ice bitkileri UC karışımında yetiştirilen bitkilerden daha fazla sayıda hasat edilebilir çiçekli sürgün verirken, Kardinal çeşidinde ise her iki uygulama arasında hasat edilebilir sürgün sayısında herhangi bir farklılık göstermediği belirlenmiştir. Her iki çeşidin cocopeat ve UC karışım ortamlarında sap uzunluğu ve kuru madde oranı bakımından farklılık göstermediği belirlenmiştir. Yapılan ekonomik değer analizinde Fire&Ice çeşidinde sürgün bükmeyle oluşan sap uzunluklarındaki artışın birim alandaki sürgün sayısındaki azalmadan dolayı meydana gelen ekonomik kaybı dengelemediği, Kardinal çeşidinde ise bükülen ve bükülmeyen sürgünler arasında ekonomik açıdan önemli bir farklılık olmadığı saptanmıştır. Bir çok gül üreticisi tarafından yaygın olarak kullanılan bükme tekniği ve cocopeat ortamı kombinasyonunun diğer uygulama kombinasyonları üzerinde ekonomik açıdan önemli iyileştirmeler meydana getirmediği, bununla birlikte kısa saplı güllerin arzu edilmediği pazarlarda ekstra ve uzun saplı güllerin önemli bir değer kazandığı ve böylece bükme ile daha yüksek bir kazanç elde edilebileceği belirtilmiştir.

Maloupa ve ark. (2001), iki gül çeşidinin verim ve kalitesini belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada; cocopeat, perlit-cocopeat (3:1) ve perlit-zeolit (3:1) ortamları üzerinde Bianca ve First Red gül çeşitlerini yetiştirmiştir. Sonuçta; kullanılan üç yetiştirme ortamı ve iki çeşidi arasında farklılıklar saptandığı, First Red çeşidinin cocopeat ve cocopeat-perlit karışımı üzerinde daha iyi çiçek kalitesi verirken, Bianca çeşidinin perlit-cocopeat ve perlit-zeolit ortamları üzerinde daha verimli olduğu saptanmıştır. Farklı ortamlar üzerinde yetiştirilen bitkiler arasında ise fizyolojik parametrelerde önemli farklılıklar bulunmadığı belirtilmiştir.

Pien ve ark., (2001), bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin optimizasyonunu araştırmıştır. Kesme gül yetiştiriciliğinde bükme tekniğinin çiçeklenen gül sürgünlerinin verim ve kalitesini artırdığından dolayı bu uygulamanın büyük bir başarı sağladığı, bu başarının genellikle bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yaprakları tarafından çiçeklenen sürgüne yüksek bir karbonhidrat içeriği sağlamasından kaynaklandığı belirtilmiştir. Bununla birlikte gölgelenmiş (ve daha yaşlı) yaprakların fotosentez oranının azaldığı, bunun sonucu olarak en altta bükülen sürgünlerin özellikle düşük tabii ışık yoğunluklarında karbon artışına yardım edemedikleri bildirilmiştir. Şubat ayında Rosa hybrida “Frisco” gül çeşidinde bükülen sürgünlerin yaprak kütlesinin altında, ortasında ve üzerinde fotosentetik foton flux yağunluğu (photosynthetic photon flux density=PPFD) ölçülmüştür. Bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksi (Leaf Area Index=LAI) aynı zamanda kaydedilmiş ve bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksinin yaprak tabakasının ortasında 1.5-2 iken, bükülen sürgünlerin altında 4-5 olduğu tespit edilmiştir. Fotosentez oranı bükülen sürgünlerin yaprak seviyesinin altındaki ve üstündeki yapraklar için farklı ışık yoğunluklarında ölçülmüştür. Büküm tabakasının altındaki doymuş fotosentez oranının azaldığı, bükülen sürgünlerin üstündeki yapraklar için ise % 15’lik bir CO2 değişiminin ölçüldüğü saptanmıştır. Gece solunum oranının azaldığı ve ışık kompensasyon noktasının büküm tabakasının altındaki yapraklarda arttığı belirlenmiştir. Sınırlanmış ışık şartlarında daha alt tabakadaki ışık yoğunluğu ışık kompensasyon noktasının altına düşebilir, bu nedenle daha aşağıdaki yaprak tabakasının karbon dengesi olumsuz olabilir. Daha aşağıdaki büküm tabakasının bükülen sürgünlerin toplam karbon artışına yardımının olumsuz olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle onun yaprak alan indeksini sınırlamak daha iyi olabilirdi. Araştırma sonuçlarına dayanarak bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yapraklarının miktarını optimize etmek için, bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin 1-3.5 arasında tavsiye edildiği belirtilmiştir.

Ryan ve Erwin (2001), Rosa x hybrida L.’nin çiçek kalitesine taç şeklinin etkilerini belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada; iki farklı üretim sistemi kullanılarak yetiştirilen kesme güllerin hasat sonrası ömrü ve kalitesindeki farklılıkları belirlenmiştir. Kardinal gül çeşidi sürgün bükme ve geleneksel olarak dikey terbiye edilen sistemde hydroponic bir solüsyonla sulanan kayayünü ortamında yetiştirilmiş, çiçekler 16 Haziran 2000’den 7 Eylül 2000 tarihine kadar iki haftalık periyotlarla hasat edilmiştir. Bütün hasat tarihlerinde sap uzunluklarının geleneksel sistemde 44.5- 54.5 cm arasında, bükülen sürgünlerde ise 68.1-82.1 cm arasında değiştiği saptanmıştır. Çiçek büyüklüğünün bükülen sürgünlerde azaldığı, fakat geleneksel dikey sistemde Hazirandan Eylüle kadar azalmadığı belirlenmiştir. Bununla birlikte bütün hasatlarda çiçek çapının bükülen sürgünler üzerinden hasat edilen sürgünler üzerinde, geleneksel sistemde yetiştirilen bitkilerdeki sürgünler üzerindekilerden % 14 daha büyük olduğu, taç yönetim sistemi ve hasat tarihlerinin vazo ömrüne etkisinin olmadığı, çiçeklerin vazo ömürlerinin ise 9-13 gün arasında değiştiği tespit edilmiştir.

Tjosvold (2001.), tarla toprağında yetiştirilen ticari sera güllerinin verim ve kalitesi üzerine sürgün bükme uygulamasının etkilerini araştırmıştır. Araştırıcı, gül üreticilerinin umumiyetle eski geleneksel dikimleri tamamen kaldırarak, üretimi bükmenin kullanıldığı bir terbiye sistemi ve containerlerde topraksız kültüre dönüştürmek için sera boşluklarını kullanmanın çok büyük faydaları olduğunun farkına vardıklarını, fakat bu sisteme dönüştürme işleminin pahalı ve bazı çevresel etkilere sahip olduğunu bildirmektedir. Bu amaçla araştırmada toprakta yetiştirilmiş ve geleneksel terbiye edilmiş 8 yaşındaki ticari sera gülleri başarılı bir şekilde bükme sistemine dönüştürülmüştür. Beş gül çeşidinin bulunduğu seradaki bitkilere hem bükme hem de geleneksel terbiye sistemi uygulanmış, her iki sisteminde de verim ve kalite bir yıl süreyle gözlenmiştir. Sonuç olarak; bükme uygulamasıyla üretimin 4 çeşitte % 2-22 oranında, taze ağırlığın ise % 2.8-10.2 oranında arttığı, bir çeşitte üretimin % 13 oranında, taze ağırlığın ise % 8.8 oranında azaldığı saptanmıştır. Bükme uygulaması ile sap uzunluğunun 3 çeşitte % 1.3-3.9 oranında arttığı, iki çeşitte ise % 0.7-0.8 oranında azaldığı belirlenmiştir. Sonuçta; önemli çeşitlerin verim ve kalitesi üzerine sadece bükmenin olumlu bir etkiye sahip olduğu belirtilmiştir.

4. KESME ÇİÇEK GÜL YETİŞTİRİCİLİĞİ

4.1. Gülün Sistematikteki Yeri ve Çeşitleri

M.Ö. 4000 yıllarından beri üretilmekte olan gül, günümüzde gerek kesme çiçek, gerek park ve bahçelerde süs bitkisi olarak ve gerekse kozmetik sanayinde kullanılmak üzere üretimi en fazla yapılan bitkilerdendir (Mengüç, 1996).

Gül Rosales takımı, Rosacea familyası, Rosa cinsinden 1-2 m arasında boylanabilen, uzun ömürlü, bol saçak köklü bir bitkidir. Mastalerz 1969’a göre güllerin doğadaki yaklaşık 200 kültür çeşidinin kökenlerinin 8-10 gül türünden geldiği bildirilmektedir. Bunlar arasında; Rosa moschata, R. gigantea, R. chinensis, R. damascena ve R. gallica ilk sıralardadır. Bunun yanında gülün esas olarak dört kültür formu vardır. Bunlar:

a) Hybrid Tea Gülleri:

Rosa gallica ve Rosa chinensis melezidir. Ticari kesme çiçek gülcülüğünde en çok üretilen form olup kesme gül çeşitlerinin %85’i hybrid tea gülleridir. Düzgün form ve çeşitli renkleri ile dikkati çeker. İri goncalı ve genellikle kokulu gülleri içine alır.. Her sapta bir tek çiçek meydana getirirler. Nadir olarak teşekkül eden yan tomurcuklar, kaliteli çiçek için koparılır (Uzun, 1985; Korkut, 1998).

b) Polyantha Gülleri:

Rockwell ve Groyson 1966’a göre Rosa chinensis x Rosa multiflora ve Rosa chinensis x Rosa wichuriana melezleridir. Laurie ve Reis 1950’ye göre polyantha’lar küçük çiçekli, dar yapraklı, bodur yapılıdır. Kesme çiçek olarak kullanılan çeşitleri de vardır (Uzun, 1985).

c) Floribunda Gülleri:

Hollis 1969’a göre Hybrid tea gülleri ile Poyantha’ların melezidir. İri çiçekli ve küme halinde çiçeklenen ve hybrid tea’lerden daha fazla soğuğa dayanan çeşitlerdir. Bu grubun da kesme çiçek olarak kullanılan çeşitleri vardır. Ticari gül yetiştiriciliğinin % 15’ini floribunda gülleri teşkil eder. Bir sap üzerinde birden fazla gonca oluşur. Hyrid tea’lerden iki kat daha fazla çiçek verirler. Daha çok bahçe gülü olarak kullanılan güllerdir (Uzun, 1985; Korkut, 1998).

d) Minyatür Güller:

Rosa chinensis minima kökenlidir. Bu form 30-50 cm’den fazla boylanmaz. Çelikle üretildiklerinde bodurluklarını korurlar. Saksı bitkisi ve yer örtücü olarak kullanılabilir (Uzun, 1985).

Bugün yetiştiricilikte, pratik olarak güller aşağıdaki gibi sınıflandırılır (Mengüç, 1996; Korkut, 1998):

Hybrid Tea Güller

Floribunda Güller

Çok Tonlu Güller

Tırmanıcı Güller

Yayılıcı Güller

Polyantha Güller

Minyatür Güller

4.2. GÜL FİDANI YETİŞTİRME TEKNİĞİ

4.2.1. Tohum İle Üretim

Bütün amatör yetiştiriciler bahçelerindeki güllerin olgunlaşmış tohumlarını toplayarak, tohum ekmekten hoşlanırlar. Fakat bu ekimlerle iyi kalitede güllerin üretilmesi nadirdir (Korkut, 1998). Tohumla çoğaltma ticari gül üretiminde pratik görülmemektedir. Çünkü güllerde tohumla çoğaltma yöntemi günümüzde daha çok ıslahçılar tarafından yeni çeşitler elde etmek amacıyla kullanılmaktadır. Çünkü; kesme çiçek ıslahında verimli, hastalık ve zararlılara dayanıklı, ekolojiye uyum yeteneği fazla bitkiler elde etmenin yanında; renk, şekil ve yapı bakımından ilgi çekici tiplerin bulunması arzu edilir. Melezlemeler yoluyla elde edilen bitkilerin ilk aşamada tek çoğaltma yolu da ilk melezlerin tohumla çoğaltılmasıdır. Ayrıca, halen bazı ülkelerde gül anaçları tohumla çoğaltılmaktadır. Çünkü bu anaçların bazı üstün özelliklerine karşın çeliklerin köklenme yetenekleri azdır. Ancak, tohumla çoğaltmada tohum kabuğu çimlenmeye engel olmakta, tohum ebeveynin istenen özelliklerini tam olarak yansıtmamakta ve hızlı çoğaltmaya imkan vermemektedir (Hasek, 1980; Uzun, 1985; Uluğ, 1986). Tohumların hastalıksız, sağlam bitkilerden alınması; temiz saf, ağır, dolgun ve çimlenme kabiliyetinin tam olması gerekir. Gül tohumları oldukça serttir. Ekildiği yıl çimlenmez. Çimlenmeyi kolaylaştırmak için sonbaharda toplanan ve temizlenen tohumlar katlamaya tabi tutulur. Yabani güllerin tohumları tercihen Eylül başında toplanmalıdır. Tohumlar İlkbahara kadar katlamada kalırlar, hava ısınmaya başlayınca yavaş yavaş sulanmaya başlar. Çimlenen tohumlar kasalar veya tavalara 10 cm aralıklarla ekilir. Eğer ekim çok sık yapılmışsa genç bitkilerin iyi gelişmesini sağlamak için seyreltme yapılmalıdır. Kasım’da (2. sene) veya onu izleyen sene Şubat-Mart’ta, yabani güller topraktan çıkarılırlar ve aşı için ayrılmış yerlere dikilirler. Üçüncü sene Temmuz-Ağustos’ta yabani güller göz aşısına tabi tutulur. Aşılamada anaç olarak Rosa canina yerine Rosa polyantha kullanılmalıdır. Çünkü R. polyantha’nın tohumlarının çimlenmesi R. canina’nın tohumlarına göre çok daha çabuktur. Bunları Şubat-Mart’ta doğrudan doğruya tavalara ekmek yeterlidir (Korkut, 1998).

4.2.2.Çelik ile Üretim

Çelikleme yolluyla toprak altı ve üstü kısımları çeliğin alındığı tür veya varyetelerin özelliklerini taşıyan aşısız gerçek güller elde edilir. Ancak verim periyodu aşı ile üretilen bitkilere göre daha kısa olup ortalama 4 yıldır, 2-3 yıl sonra da toprak yorgunluğu ortaya çıkar. Ayrıca çelikleme ile elde edilen güller diğerlerine göre daha az dayanıklı, daha zayıf ve hastalıklara duyarlı, çiçekleri de daha küçüktür. Çelikle üretim ile aşıyla üretime göre daha uzun sürede gelişmiş bitki elde edilir (Korkut, 1998).

Çelik alınma zamanı Ağustos sonundan Marta kadar olan dönemdir. Çelikler çiçeksiz yıllık dallardan veya odunlaşmış sürgünlerden adi, ökçeli ve dipçikli tarzlarda alınabilir. Adi çelikler 15-20 cm uzunluk ve 5-6 mm çapında 2-4 göz taşıyan altta ve üstte bulunan gözün yaklaşık 0.5 cm altında düz ve yine 0.5 cm üstünde eğimli bir şekilde bıçakla pürüzsüz olarak kesilmiş bir dal parçasından ibarettir. Ökçeli çeliklerin dibinde eski odundan küçük bir parça dipçikli çeliklerin dibinde ise tam bir kesit bulunmaktadır. Erken dönemde alınan çeliklerin üzerinde yaprakların bırakılması bitkinin kallus dokusu oluşturmasına ve yapraklarda doğal olarak üretilen hormonlar vasıtasıyla çeliğin kolay köklenmesine yardımcı olmaktadır.

Yapraksız çeliklerde gövde uzaması erken, kök gelişmesi geç olur. Bununla beraber yapraksız yani sonbahar sonu ya da kışın alınan sert odun çeliklerin köklenme yüzdeleri yapraklı yani yeşil çeliklere göre daha yüksektir. Hazırlanan çelikler içinde geçirgen fakat sıkı yapıda 4/5 oranında dere kumu veya perlit, 1/5 oranında iyi bahçe toprağı veya torf bulunan köklendirme yastıklarına köklendirme yastıklarına 2 göz dışarıda kalacak şekilde 6-7 cm aralıklarla dikilir ve hafifçe sulanır. Çeliklerin toprak altında kalan gözlerinin bırakılması yarar sağlar. Çünkü köklenmeyi teşvik eden doğal hormonlar yapraklarda ve bu gözlerde üretilmektedir. Ilıman iklim bölgelerinde çelikler açıkta üretim yastıklarında köklendirilebilir. Ancak soğuk iklim bölgelerinde çeliklerin açığa dikilmeleri sakıncalıdır. Bu durumda çelikler kallus oluşturamadan soğuk ve hastalıklara maruz kalacak bu da çeliklerin çürümelerine yol açacaktır. Bu nedenle çeliklerin kallus oluşumu için 4-7oC’deki depolarda 1.5-2 ay depolandıktan sonra elverişli havalarda dışarıya dikilmeleri uygundur (Korkut, 1998).

Rosa indica ile Rosa odorato çelikle üretilir. Çelikler kış aylarında o yılki 6-9 mm çaplı sürgünlerden 20 cm uzunluğunda hazırlanır. Çeliklerde üstte 2 göz bırakılır; diğer gözler, dipten yabani dalların sürmesine engel olması için köreltilir. Kış aylarında bol miktarda hazırlanan çelikler nemli kum içine gömülür ve ilkbahara kadar kallus teşkil eder. İlkbaharda çelikler, hazırlanan 50-60 cm genişlikteki tahtalara 10-15 cm sıra üzeri olmak üzere iki sıra halinde dikilirler. Dikim esnasında çeliklerin dip kısımlarının zarar görmemesine dikkat edilmelidir (Mengüç, 1996).

Günümüze kadar gül ve özellikle kesme gül üretimindeki aşı ile çoğaltmaya karşılık çelikle çoğaltmanın az kullanılmasının nedenlerinden biri, çelikle çoğaltmanın daha uzun süreye gereksinim göstermesidir. Ancak, teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkan yeni üretim tekniklerinden birisi olan topraksız kültür ile çelikle çoğaltmanın önemi daha da artmıştır. Özellikle kayayünü, perlit ve torf gibi ortamların getirdiği avantajlar çelikle çoğaltmanın yaygınlaşmasına neden olmuştur. Çünkü, topraksız kültür sayesinde aşı ile çoğaltmanın yaygınlaşmasına neden olmuştur. Çünkü, topraksız kültür sayesinde aşı ile çoğaltmanın ana nedeni olan anaçların toprak ile hastalık ve zararlılardan kaynaklanan olumsuzluklara karşı bazı özellikler taşımasına gerek kalmamıştır. Üstelik çelikle çoğaltma ile; aşıyla çoğaltma sırasındaki maliyetin çok altında üretim yapmak, aşının anaç-kalem arasındaki uyuşmazlık veya istenilen düzeyde uyuşma olmamasından kaynaklanan verim ve kalite düşüklükleri ile karşılaşmamak, ıslah çalışmalarıyla hızlı ve sürekli bir şekilde yenilenen çeşitlerin özelliklerini kısa sürede görmek, çok sayıda üretim materyali elde etmek olanak dahilindedir (Hollis, 1970; Hessayon, 1997; Karagüzel, 1992, 1994; Brickell, 1992; Kool, 1996; Rondeau, 1998).

Güllerde çelikle çoğaltmanın hızla yaygılık kazanmasına rağmen bu hızın artmasını engelleyen en önemli etmen köklenmedir. Çeliklerdeki köklenme ve kök kalitesi için yapılan araştırmaların sayısı oldukça fazladır (Hanan ve Grueber, 1984; Karagüzel, 1994, Ercişli ve Güleryüz, 1999). Çelikle çoğaltmada farklı kültür ortamlarının, çeliğin alındığı yerin, çelik alma zamanının, çelik tipinin, çelik ölçülerinin, çelik üzerinde yaprak ve kaç göz bulundurmasının, çeliğe yapılan bazı uygulamaların ve çeliğin köklendirilmesinde kullanılan ortamların etkisi olmaktadır. İyi bir kök gelişimi için, güllerde çelikler o yılın yumuşak odunsu sürgünlerinden, Ekim-Mart ayları arasında, 10-15 cm uzunlukta, 1-3 gözlü ve 1-4 yapraklı olarak alınmaktadır. Çeliklere dip kısımlarını çürütmeyecek düzeyde nem ve alttan ısıtma ile sıcaklık uygulamaları da olumlu sonuçlar verebilmektedirler (Özbek, 1975; Hessayon, 1997; Söğüt ve Küçük, 1998; Ercişli ve Güleryüz, 1999).

Güllerde köklenmeyi artırıcı olan bu etmenlerin birlikte ve tek başlarına olumlu etkileri dıştan uygulanan büyümeyi düzenleyiciler ile daha da arttırılabilmektedir. Bu amaçla kullanılan oksin gurubu hormonlardan en fazla IBA, NAA ve IAA önerilmektedir. Bunların içerisinden de özellikle IBA tercih edilmektedir. Köklenmenin artırılmasında 500-4000 ppm arasındaki IBA dozların uygulanması başarılı sonuçlar vermektedirler (Bleasdale, 1984; Güneş ve Yalçın, 1990; Hartmann et al. 1990; Karagüzel, 1994).

Bazı yörelerde fidanlar kültür formlarının köklendirilmesiyle elde edilebilirler. Ancak bu yöntemle yetiştirilen fidanlarda verim ve kalite düşük olmakta; değişik toprak ve çevre koşullarına uyum sağlayamamakta, ayrıca nematodlara ve dışarıda yetiştirildiğinde kış soğuklarına dayanıklı olmamaktadır. Bunun için Kasım- Nisan aylarında iki gözlü hazırlanan çelikler 15.50C hava sıcaklığı, 210C kök ortamı sıcaklığında değişik köklendirme ortamlarında köklendirilir. Çelikler köklendirme ortamında 5×7.5 cm aralıklarla dikilmeli ve kurumalarına imkan verilmeden bol ışık almaları sağlanmalıdır. Bunun için sisleme en uygun yöntemdir. Köklenen çelikler ya fincan saksılara veya doğrudan yerlerine dikilirler. Ancak fincan saksılara dikilen çelikler 3 hafta sonra yerlerine dikilmelidir, aksi takdirde küçük olan saksı hacmi nedeniyle köklerde sertleşme meydana gelir (Mengüç, 1996).

4.2.3. Aşı İle Üretim

Aşı ile üretim yabani güllerin ıslah edilip daha üstün özellikler taşıyan bitkilerin ortaya çıkmasını sağlar. Aşı ile üretimde kök anaçta bulunduğundan kısa sürede gelişmiş bir bitki elde edilme olanağı vardır. Aşı ile üretim için en uygun tür Rosa manetti, Rosa canina ve Rosa multiflora’dır. Aşı ile üretim çelikle üretime göre daha dayanıklı olup verim periyodu 10 yıldır. Toprak yorgunluğu ise 4-5 yılda ortaya çıkar (Korkut, 1998).

Güllerin pratik anlamda en çok kullanılan çoğaltma yöntemi aşıdır. Aşı ile çoğaltmanın yaygın olarak kullanılması; esas olarak ıslah yoluyla elde edilen her çeşidin her ekolojiye, özellikle toprak faktörlerine uyumundaki zorluklardan kaynaklanmaktadır. Bu olumsuzluklara karşı direnç gösteren anaç üzerine sözü edilen bu çeşitler aşılanarak çözüm elde edilmektedir. Yine, bu anaçların çeşitlerin hassas oldukları hastalık ve zararlılara dayanım kabiliyetlerinden faydalanma olanağı vardır. Ek olarak anaç-kalem kombinasyonlarının bunların tek tek kullanıldığı durumlara göre gelişme ve verimdeki üstünlükleri de söz konusudur. Diğer taraftan istenilen özelliklerin korunması ve bunların sonraki nesillere aktarılması için vegetatif yöntemlerin kullanılması gerekmektedir. Aşı buna imkan veren yöntemlerden birisidir. Ancak, toprak koşullarına, hastalık-zararlılara ve kaleme uygun anaçların seçimi yanında, aşılama için gerekli işgücü, masraf ve zaman israfı aşı ile çoğaltmanın ana sorunlarındandır (Karagüzel, 1994, 1997; Kool, 1996; Rondeau, 1998).

Güllerde genellikle iki tür aşı uygulanır:

a) Göz aşısı, b) Dilcikli İngiliz aşısı.

a) Göz Aşısı

Aşı yöntemi olarak en çok göz aşısı uygulanır. Üzerinde bir göz bulunan kabuk parçasından ibarettir.Yapılma zamanına göre ikiye ayrılır:

1- Sürgün Göz Aşısı:

Mayıs-Temmuz arasında yapılır. Yapıldığı yıl içinde süren aşılardır. Kış mevsiminin ılıman geçtiği yerlerde uygulanır. Sürgün gözlü aşılanan fidanların tepeleri, aşılamadan 3 hafta sonra aşı yerinin 2.5 cm üzerinden kesilir. Daha sonra bu tırnak tamamen uzaklaştırılır. Burada tepenin vurulmasının amacı, aşı gözünü bir an önce sürmeye teşvik etmektir.

2- Durgun Göz Aşısı:

Temmuz- Eylül arasında yapılır. Durgun göz aşıları, gözlerin kışa daha sağlam olarak girmeleri açısından tercih edilir. Bu aşılar bu nedenle kış mevsiminin sert geçtiği iklimler için uygundur. Dinlenen göz, gelecek ilkbahara kadar vejetasyona girmez. Bunlardan oluşan sürgünler daha kuvvetli ve sağlam olur. Durgun gözlü fidanlarda, fidanların tepelerinde herhangi bir kesme işlemi yapılmayarak olduğu gibi bırakılır ve fidanlar kışı bu şekilde geçirirler. Aralık ayında tüm aşılı fidanlar sökülerek sınıflandırılır. Durgun göz aşılı fidanların tepeleri bu mevsimde kesilerek bir yıl sonrası için çelik hazırlamada kullanılır.

Göz aşısının yapılacağı tarihin saptanması büyük önem taşır. Çünkü aşılama sırasında kalem ve anacın bitki besin özsuyuyla dolu olması gerekir. Böylece anaç ve kalemdeki kabuk kısmı kolaylıkla odun kısmından ayrılır. Kurak dönemlerde bitki özsuyu sirkülasyonu zayıfladığında aşılama işleminin kesilmesi gerekir.

Göz aşısı 4 aşamada uygulanır:

a- Gözün alınması

b- Anacın hazırlanması

c- Gözün takılması

d- Bağlama

Gözün alınacağı bir senelik dal, sol ile ters olarak tutulur. Dalın hastalıksız, sağlam bitkilerden alınması ve gözün henüz sürmemiş olması gereklidir. Keskin çakı ile gözün 15 mm altında, kabuk kısmı odun tabakasına kadar çizilir. Daha sonra çakı, gözün 15-20 mm üstünden odun kısmına fazla daldırmadan, gözün altından odun ile kabuk arasında kaydırılır ve göz, alt taraftaki daha önce çakı ile çizilmiş kısımda yavaşça kesilerek çıkarılır. Bundan sonra gözün altında kalan kabuk tabakası, gözün öz kısmı zedelenmeyecek şekilde yavaşça kaldırılarak çıkarılır ve anaca uygulanıncaya kadar su içinde bırakılır.

Anacın kabuk kısmından T şeklinde bir iz açılır ve kabuk tabakası çakı spatülü ile yavaşça kaldırıp göz araya yerleştirilir.gözün dışarıda kalan üst kısmı çakıyla kesilerek gözün yarık içine iyice oturması sağlanır. Daha sonra anacın kaldırılan iki taraflı kanat şeklindeki kabuk kısmı aşı gözü dışarıda kalacak şekilde kapatılır. İşlemin son basamağında rafya ile aşağıdan yukarıya doğru gözü boğmayacak şekilde fazla sıkı ve gevşek olmamak şartıyla bağlama yapılır. Aşı yapıldıktan sonra anacın düzenli olarak sulanması gereklidir.bu arada anacın üst dallarından bir kısmı da kesilir. Aşıdan 15 gün kadar sonra aşı noktası kontrol edilerek rafyanın sıkılması veya gevşetilmesi gerektiğine karar verilir.üzerinde yaprak sapının bağlı olarak kuruduğu veya yeşil ve hacmini arttırmış olduğu halde, en ufak bir dokunmayla yere düşen aşıların tutmadığı anlaşılır. Eğer bitki özsuyunun durumu uygunsa, bunlara yeniden işlem yapılır. Aşıdan 3-4 hafta sonra, anacın nefes almasına engel olan rafyalar bıçakla kesilir. Anaç da bir süre sonra aşı yapıldığı noktanın biraz üstünden tümüyle kesilir. Genç güller böylece gelişerek çiçeklenme olgunluğuna erişirler (Korkut, 1998).

Aşı kalemleri 25-30 cm uzunlukta parçalar halinde hazırlanır. Dikenleri çok kısa sap kalacak şekilde yaprakları temizlenir. Hazırlanan kalemler ıslak çuval veya naylon torbalara sarılarak aşılama zamanına kadar muhafaza edilir. Kalemler tercihen günlük kesilmelidir. Aşı gözleri goncanın 4-5 boğum altındaki şişkin ancak dinlenme halindeki gözlerden alınmalıdır.

Diğer bir yöntem de dinlenme halindeki dalları -1, 0 0C’de aşılama zamanına kadar soğukta muhafaza etmektir. Özellikle aşı mevsiminde yeterli aşı kalemi sağlanmasında güçlük çekildiğinden, bu yönteme başvurulur. Kalemler sonbaharda çiçekler döküldükten sonra ve diken renkleri koyulaştığında hazırlanır, yaprakları temizlenir, ancak dikenlere dokunulmaz. 20-35 cm uzunluktaki çeliklerin 30-40 adedi bağlanarak demetler yapılır. Demetler su geçirmeyen kağıtlara sıkıca sarılır, üzerine ıslak gazete örtülür, sonra su geçirmeyen kağıtla kaplanır. Bu şekilde soğuk depoda kalemler 23 ay muhafaza edilebilmişlerdir (Mengüç, 1996).

b-Dilcikli İngiliz Aşısı

Bodur güllerin elde edilmesinde, tohumdan yetişen yabani güllere uygulanan bir aşı çeşidi olup Nisan-Mayıs aylarında uygulanır. Bu aşının uygulanabilmesi için öncelikle kalem ve anacın aynı kalınlıkta olması gerekir. Dilciksiz İngiliz aşısına anaç olarak R. manetti kullanılır. Anaçlar 6.5-7.5 cm çaplı saksılara, aşılama işleminden birkaç hafta önce dikilirler. Aşı Şubat-Nisan ayları arasında yapılır. Kalemler, tercihen daha önce çiçek kesilmiş dallardan alınmalı ve üzerlerinde 3 göz ihtiva etmelidirler. Böylece daha iri bitkiler elde edilir. Kalemlerin sağlam, hastalıksız, orta kalınlıkta ve yağlı ilaçlanmamış olmasına dikkat edilmelidir. Bu şekilde ilaçlanan kalemlerde yapraklar yumuşamakta, aşıdan sonra sarararak dökülmekte ve aşı tutmamaktadır. Anaç ve kalemin tam orta kısmı çakı ile yarılarak dilcikler oluşturulur. Kalem ve anacın dilcikleri birbirine oturacak şekilde sıkıca rafya ile bağlanır ve aşı macunu ile sarılır. Aşılı bitkiler, anaçla kalem kaynaşıncaya kadar sıcak ve nemli, kapalı kasalarda veya sisleme altında muhafaza edilmelidir. Bitkiler kasalarda veya sisleme altında 3-4 hafta 24 0C’de tutulmalıdır. Daha sonraki 4 hafta içinde normal sera koşullarına alınırlar ve bu sürenin yerine dikimden 2 ay önce yapılmalıdır (Mengüç, 1996; Korkut, 1998).

Göz aşısının uygulandığı diğer bir yöntemde ise, köksüz çelikler doğrudan doğruya seraya dikilirler ve bunlara yerlerinde sürgün göz aşısı yapılır. Ayrıca diğer bir yöntem de, anaç bitkideki sürgünlerin % 40’nın temizlenmesi ve kalan sürgünlerin üzerinde 10-15 cm ara ile T göz aşısı yapılmasıdır. Sonbaharda sürgünler dipten kesilir, aşılı parçalar kesilerek köklendirilmek üzere dikilirler.

Güllerin genellikle dipten itibaren birkaç kalın dal meydana getirmesi istenir. Bunun içinde gözlerin sürmesinden sonra sürgünlerin 2. veya 3. beş yaprakçıklı yaprağın hemen üstünden uçları alınarak sürgün ucundaki çiçeğin olgunlaşması önlenir. Böylece bitki bünyesindeki karbonhidrat birikimi önlenir. Yani aşıda yumuşak budamalar yada uç almalar bitkiyi dallandırır, geliştirir ve dipten gelen sürgünleri arttırır. Bu şekilde fidanın ana dalını oluşturacak kalın çaplı dallar ortaya çıkmış olur. Yetişmiş aşılı köklü fidanlar kasım ayı içinde sökülür. Söküm sonrası üstteki ince dallar temizlenir, köklerde budama yapılır. Daha sonra bunlar çaplarına ve odun sertliğine göre ayrılır.

4.3. Toprak İstekleri

Gül killi-tınlı ve organik maddece zengin ve drenajı iyi olan toprakları tercih eder. Taban suyunun yüzeye bir metreden daha yakın olmaması istenir. Fakat genel olarak güller, hemen hemen tüm bahçe topraklarında yetişebilirler. Ancak, sadece killi, kumlu ya da çok kalkerli gibi ekstrem şartlara sahip topraklarda yetişemezler. Güller havadar, nötr veya hafif asidik, Ph’nın 5.5-6.3 olduğu topraklarda iyi gelişir (Anonymous, 1990; Durkin, 1992; Korkut, 1998).

Toprak analiz sonuçlarına göre 100 gr kuru toprakta gülün istekleri aşağıda verilmiştir (Korkut, 1998):

Tuz % 0.2-0.3

N 20-30 mg

P205 50-80 mg

K20 80-150 mg

Mg0 15-25 mg

Mn 150-200 mg

4.4. Toprak Hazırlığı ve Gübreleme

Güllerin kolay ve çabuk köklenebilmeleri, gelişip süratle büyüyebilmeleri için toprağın çok iyi hazırlanması gerekir. Hiç üretim yapılmamış, yeni topraklar söz konusu olduğunda derin işleme yapılması gereklidir. Kumun hakim olduğu hafif topraklarda, ağır gübreler (kompoze gübreler, tercihen sığır gübresi) en iyi sonucu verir. Ağır topraklarda (kilin hakim olduğu) samanla karışık at gübresi uygundur. Killi-kalkerli topraklarda, herdemyeşil bitki artıkları, turba ve hayvan artıklarından yararlanabilir. Toprak şartlarına göre 200 pmm nitrojen ve 150 ppm potasyum içeren likit gübreler, gerek duyulduğunda demir ve magnezyum ilavesiyle kullanılabilir (Korkut, 1998). Dikimden sonra toprak sık sık analiz edilmeli ve eksik olan gübreler verilmelidir. Analizlerde topraktaki nitratlar 50-100 ppm, potasyum 20-40 ppm ve kalsiyum 150-200 ppm olmalıdır. Sulama suyuna 200 ppm azot ve potasyum katılarak bitkinin besin maddesi ihtiyacı karşılanır. Ayrıca yılda bir kez m2’ye 50 gram demirsülfat verilir. Eksikliği görüldüğünde m2’ye 50 gram magnezyum sülfat verilir (Mengüç, 1996).

4.5. Dikim

Güllerin dikiminde en uygun periyot Kasım ve Mart ayları arasındadır. Fakat gerçekte 15 Ekimden itibaren Nisan sonuna kadar dikilebilirler. Kışın dikim, toprak şartlarının elverişsizliği nedeniyle uygun değildir. Dikim geç Nisan’da yapılmışsa özellikle sulamaya büyük özen göstermek gerekir. Söz edilen dikim zamanları çıplak köklü güller için geçerlidir. Günümüzde yetiştiriciler, her mevsim hatta yazın bile dikilebilme olanağı olan tüplü güller yetiştirmektedirler.

Gerek bahçecilikte gerekse seralarda yetiştirilen güllerin dikimi çok önemlidir. Dikim için yukarıda anlatıldığı şekilde hazırlanan toprak sahada derinliği 60 cm, çapı 40 cm olan çukurlar açılır. Üstten alınan toprak gübreyle karıştırıldıktan sonra çukur dibine konur (Korkut, 1998). Bundan sonra sıra güllerin dikime hazır hale getirilmesine gelir. Buna pratikte ‘kök tuvaleti’ (dikim budaması) denir. Amacı, sökümde zedelenen kuruyan kök ucunu budamaktır. Ölü kök uçları kahverengi olup, bahçe makası ile kesilerek sarı veya beyaz sarı rengin ortaya çıkması sağlanır. Toprak içinde, köklerin kesilen kısımlarının etrafında oluşan yara dokusunun çevresinden çıkan çok sayıda kökçükler gülün toprağa sıkıca tutunmasını sağlar. Bu tutunma eğer gülün kökleri dikimden önce killi toprak, taze gübre ve sudan yapılmış bulamaca batırılırsa daha da kolaylaşır. Köklerde yapılan bu budamaya paralel olarak dal uçları da budanmalıdır. Bu yöntem bütün genç dikimler için önerilir. Dikim budaması yapılan güller, önceden açılmış olan çukurlara kökler kıvrılmayacak, doğal durumunu koruyacak ve aşı noktası hafif olarak toprak içinde kalacak şekilde yerleştirilirler.

Dikim, hazırlanmış tavalara 30×30 cm sıra ara ve üzeri mesafelerle yapılır. Sığ dikim köklerin daha iyi gelişmesi bakımından tavsiye edilir (Mengüç, 1996). Gül fidanları iki ve üç sıralı olarak 30 cm mesafelerle dikilebilir. Birim alanda 7-8 bitki/m2 bulunmaktadır (Canbazoğlu ve Akbulut, 1997; Hatipoğlu, 1992; Söhne, 1998; Anonymous, 1990; Amitabha et al., 1989). Dikimde aşı gözü toprak seviyesinin altında kalmamalıdır. Dikim çiçek kesimine etki etmektedir. Örneğin; Anneler Gününde çiçek kesmek için Ocak-Şubat ayında dikim yapılmalıdır. Dikimden sonra hava nisbi nemi yüksek olmalıdır. Zira yüksek nemli ortamda durgun gözlü fidanlar daha iyi sürgün gelişmesi gösterirler. Sisleme ile hava nisbi neminin yüksek olması sağlanabilir. Bu devre en kritik devredir, bitkide yeni yapraklar çıkmaya başladıktan sonra bu örtüler tedrici olarak kullanılır.

Sürgün göz aşılı ve köklü çeliklerin birkaç gün nisbi nemli ortamda bulunmaları yeterlidir. Bunların üzerini örtmeye gerek yoktur. Yeni dikilen bitkilerin hemen çiçek açmasına izin verilmez. Aksi halde bitki cılız kalır. Kuvvetli sürgünler10-15 cm’den zayıf sürgünler 6-7 cm’den kesilerek kesim yerinin altına 2 göz bırakılır (Mengüç, 1996).

4.6. Işık

Güller havadar güneşli yerlerden hoşlanırlar. Açıkta, sera dışında yapılan yetiştiricilikte, güneyde duvar diplerinde bulunan yataklar aşırı sıcak ve yakıcı olduğundan güller için uygun değildir. Eğer gülleri bu gibi yerlerde yetiştirme zorunluluğu varsa, kuvvetli güneş ışınlarından daha çok etkilenen kırmızı renkli çeşitler seçilmemelidir. Tırmanıcı, yayılıcı güller bu koşullar için en idealdir. Bunun dışında beyaz ve pembe renkli varyeteler seçilebilir.

Işık seralarda yetiştirilen gül bitkisinin gelişmesini en çok etkileyen faktörlerden biridir. Işık intensitesinin en yüksek değerde olduğu yaz aylarında gül kesimi daha fazla olmaktadır. Gün uzunluğunun güllerin büyümesi ve çiçeklenmesi üzerinde etkisi yoktur (Korkut, 1998). Gül bol ışıklı ortamları sever ve bunu üretimde enerjiye dönüştürür. Uygun olmayan ışık koşulları direkt olarak üretimde kayıplara neden olur (Söhne, 1997). Fazla ışık da gülün kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle Akdeniz ve Ege Bölgelerinde gül seralarında yazın gölgeleme yapma zorunlu hale gelir (Hatipoğlu, 1989; Uzun, 19985). Işık ve sıcaklık birlikte düşünülmelidir. Düşük sıcaklıkta ışık intensitesinin yükselmesi kör sürgün oluşumuna neden olmaktadır (Hatipoğlu, 1989; Söhne, 1997). Bozuk baş yine aynı nedenlerle ortaya çıkan diğer bir fizyolojik bozukluktur (Uzun, 1985).

Gül yetiştiriciliğinde ışık yoğunluğunun, uygun sıcaklık dereceleriyle beraber olabildiği koşullarda gonca iriliği ve yaprak rengi gibi kalite faktörleri en yüksek seviyede olmaktadır. Işık yoğunluğunun 6000-8000 fc arasında olması gonca kalitesini olumlu yönde etkiler. Yetiştirme ortamının 24 0C sıcaklık ve % 60 oransal nemde olması istenir. Yüksek oransal nem, mantari hastalıklara zemin hazırladığından havalandırma ile düşünülmelidir. İyi kaliteli ve yüksek verim için; diğer ekolojik koşulların (yeterli ışık ve sıcaklık, uygun nem, havalandırmalar kapalı) uygun olduğu zamanlarda 1200-2000 ppm dozunda CO2 gübrelemesi yapılmalıdır (Baktır ve Yılmaz, 1995).

4.7. Sıcaklık

Sıcaklık güllerde çiçek verimini, dağılımını, çiçek kalitesini etkileyen önemli ekolojik faktördür. Genel olarak bulutlu günlerde sera içi sıcaklığı 20-210C, güneşli günlerde 24-280C arasında olabilir. 300C’nin üzerindeki sıcaklıklarda fotosentezde azalma meydana gelir (Söhne, 1997). Bu nedenle yüksek gündüz sıcaklığı sera gülcülüğünde istenmez. Gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkı 5-80C olabilir. Bu fark yapraklarda besin maddesi birikimini sağlar. Sera sıcaklığı yüksek olursa goncalar küçülür, taç yaprak sayısı azalır, sap ve goncanın zayıf gelişmesi sonucu vazo ömrü kısalır (Uzun, 1985). Birçok gül çeşidi için 160C gece sıcaklığı uygundur. Güneşli günlerde seradaki sıcaklık bundan 5-70C yüksek olabilir. Daha yüksek sıcaklarda güllerde gelişme süresi kısalmakta, verim artmakta, ancak kalite düşmektedir (çiçek sapı küçülür, sap kısalır). Yeni dikilmiş güllerde başlangıçta sıcaklık kontrolü çok önemlidir. Güllerde kritik dönem olarak bilinen tomurcuğun bezelye büyüklüğünü alıncaya kadar geçmesi gerekli sürede, sıcaklık 210C civarında tutulmalı, bundan sonra 160C’ye düşürülmelidir. Bu şekilde daha kısa sürede çiçek elde edilir (Korkut, 1998).

Gül oldukça düşük sıcaklıklara (00C) dayanabilir. Düşük gece sıcaklıkları çiçek sapı uzunluğunu, gelişimini durdurarak olumsuz etkiler. Ayrıca terminal tomurcuğun erken generatif devreye girmesine böylece çiçek sapının kısa kalmasına neden olur. Gece sıcaklıkları budama ile hasat arasındaki süreyi belirler. Vejetatif sürgünlerin oluşumu ve uzaması için yüksek sıcaklıklar (optimuma yakın) gereklidir. 250C gündüz, 120C gece sıcaklıklarında budamadan sonra 60 günde gül hasada gelmektedir (Anonymous, 1990). Sera sıcaklıkları iki hasat arasındaki süreyi etkiler. Sıcaklığın yavaşça artması çiçek kalitesi ve gövde uzunluğunu arttırır (Pascale ve Barbieri, 1997).

4.8. Nem

Sera içi sıcaklığa bağlı olarak oransal nem, güllerin gelişmesi için uygun düzeyde tutulmalıdır. Örneğin 240C’de % 60 bağıl nem uygundur. Fazla nem, sera içi hastalıklarını arttırdığı gibi, nem noksanlığı da gelişmeyi olumsuz yönde etkileyebilir. Bitkide su kaybı artar, gelişme durur ve sürgünler kısalır. Geceleri sera içi neminin düşük olması (% 40-60) istenir. Bunu sağlamak için ısıtma veya iyi havalandırma sistemi gerekir. Elverişli nem koşullarında saplar daha uzun, çiçek ve yapraklar daha büyük olmakta, dolayısıyla kalite artmaktadır.

Sık sık yapılan yağmurlama sulama (sisleme) külleme ve karaleke hastalığının yayılmasında etkili olacağından sakıncalıdır (Korkut, 1998). Budamadan sonra, tomurcuk oluşumu ve gelişimi için sera içi nemi % 85-90 olmalıdır. Hasada 30 gün kalıncaya kadar nem % 70-75 ve daha sonra %60 olarak devam etmelidir (Anonymous, 1990; Söhne, 1997).

4.9. Karbondioksit ( CO2)

Sera güllerinde fotosentez için su ile birlikte kullanılan önemli bir maddedir. Fotosentez sonucu bitkide büyüme ve gelişme artar. Havadaki normal CO2 gazı yaklaşık 300 ppm’dir. Seralarda CO2 miktarı arttırılırsa fotosentez miktarı artacağından güllerin sapı uzar, goncalar daha iri olur, dolayısıyla kalite artar. Seralarda CO2 ihtiyacı havalandırmanın yanı sıra, sera içinde alkol, propan yakılmasıyla da sağlanabilir (Korkut, 1998).

Gül Seralarında CO2 Gübreleme Ünitesi

4.10 Havalandırma

Seraların sıcaklığına ve nem oranına bağlı olarak gerektiğinde havalandırma yapılmalıdır. Havalandırma, sera sıcaklığı 210C’nin üzerine çıktığı zaman yapılmalıdır. Havalandırma ile sera sıcaklığı ve seranın nemi kontrol altına alınır. Ayrıca bitkiler için gerekli olan CO2 ve O2de sağlanmış olur (Korkut, 1998).

4.11. Sulama

Güllerde dikimden itibaren yeterli sulamaya özen gösterilmelidir. Sulama zamanı ve miktarı çevre koşulları, toprak yapısı ve bitkinin gelişme durumuna bağlı olmakla birlikte, sürgün verme döneminde ve yaz aylarında gül, daha fazla suya ihtiyaç duyar. Budama sonrası, çiçek kesim dönemi ve kış aylarındaki su ihtiyacı ise daha azdır. Bir dekar seranın yıllık su ihtiyacı 2000-2500 ton arasında hesaplanabilir (Korkut, 1998).

4.12. Bükme Uygulaması

Bükme, arzu edilmeyen sürgünlerin alttan ikinci boğum üzerinden eğilmesidir. Bükmeyle; büküm yerinin üstündeki sürgünün uzaması ve bu sürgün üzerindeki yaprak koltuklarından çıkan sürgünlerin gelişmesinin engellenmesi amaçlanmaktadır. Böylece büküm yerinin altındaki yaprak koltuklarından çıkan tomurcuklardan meydana gelen yeni sürgünlerin eğilen sürgünden de karbonhidrat sağlayarak çok daha güçlü olması hedeflenmektedir (Lieth, 1998; Lieth ve Kim, 1999).

Bükme Uygulamasının Yapılışı (orijinal) (Lieth, 1999)

Kesme çiçek gül yetiştiriciliğinde son yıllarda üzerinde durulan teknik uygulamalardan biriside bükme işlemidir. Bükme tekniği 1980’li yılların sonlarında Japon gül üreticileri tarafından geliştirilmiş olup buradan Hollanda, İsrail, Tayvan, Kore ve ABD’ye yayılmıştır. Kesme gül yetiştiriciliğinde yetiştirme tekniklerinden bükme uygulamasının etkilerini belirlemek amacıyla yapılan bir çalışmada; dip sürgünler gelişmelerinin başlangıcında kıvırarak bükülmüş, büküm yerinin altından büyüyen kalın sürgünleri ise kesme çiçek olarak hasat edilmiştir. Bu sürgünler geleneksel metoda göre pinç alma yerine kesildiği için gül saplarının böylelikle daha kalın, daha uzun ve daha kaliteli olduğu belirlenmiştir. Bükme metodunun kullanılmasıyla bir bitkiden daha az sayıda gül kesilmesine rağmen birim alana düşen çiçek sayısının dikim sıklığının artırılmasıyla artırılabileceği, bükme metodu ile geleneksel metotlar karşılaştırıldığında, bükme uygulaması ile kesme gül yetiştiriciliği ve hasadının daha kolay olduğu belirtilmiştir (Okhawa ve ark., 1999).

“Kardinal” ve “Fire&Ice” gül çeşitlerinin kesme çiçek verimleri bükme ve geleneksel taç sistemleri arasında karşılaştırılmıştır. Sürgün bükmenin her iki çeşitte de hasat edilebilir sürgün sayısını azalttığı, ortalama çiçek sapı uzunluğu ve kuru madde oranını ise artırdığı saptanmıştır. Yapılan ekonomik değer analizinde Fire&Ice çeşidinde sürgün bükmeyle oluşan sap uzunluklarındaki artışın birim alandaki sürgün sayısındaki azalmadan dolayı meydana gelen ekonomik kaybı dengelemediği, Kardinal çeşidinde ise bükülen ve bükülmeyen sürgünler arasında ekonomik açıdan önemli bir farklılık olmadığı saptanmıştır. Bir çok gül üreticisi tarafından yaygın olarak kullanılan bükme tekniği ve cocopeat ortamı kombinasyonunun diğer uygulama kombinasyonları üzerinde ekonomik açıdan önemli iyileştirmeler meydana getirmediği, bununla birlikte kısa saplı güllerin arzu edilmediği pazarlarda ekstra ve uzun saplı güllerin önemli bir değer kazandığı ve böylece bükme ile daha yüksek bir kazanç elde edilebileceği belirtilmiştir (Lieth ve Kim, 2001).

Serada Toprakta Yetiştirilen Güllere Bükme Uygulaması

Bükme tekniği ile hem gül yetiştirmek hem de hasat etmek geleneksel metoda göre daha kolaydır. Bir gül sürgünü büküldüğünde meydana gelen fizyolojik değişimlerin iyi bilinmediği, bunun en uygun açıklaması hormonal bir etkiden kaynaklandığı şeklinde yapılmaktadır. Bir sürgün herhangi bir eğme olmaksızın dik büyüdüğünde gelişen tomurcuk gövdeden aşağıya doğru taşınan oksinleri üretir. Gövdenin tamamındaki konsantrasyon büyüme noktasının altındaki tomurcukların gelişmelerini önler. Büyüyen bir sürgünün ucunun koparılmasıyla tomurcuklarda dormansinin kırılması ve büyümenin başlaması için oksin kaynağı uzaklaştırılmış olur. Yeni gelişen sürgünler tekrar oksin üreterek altta bulunan tomurcukların gelişmesini önlerler (Lieth, 1998; Ohkawa ve ark., 1999).

Bükme metodu ile yetiştirilen bitkilerin geleneksel (bükülmeden, dikey terbiye edilen) metodla yetiştirilen bitkilerden daha uzun sap oluşturdukları, Kardinal gül çeşidinde cocopeat üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğunun 64.9 cm ve m2’deki sürgün sayısının 284 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ise ortalama çiçek sapı uzunluğunun 56.1 cm, m2’deki sürgün sayısının ise 320 adet olduğu saptanmıştır. Fire&Ice çeşidinde cocopet üzerinde bükme yapılarak yetiştirilen bitkilerde ortalama sap uzunluğunun 76.1 cm, m2’deki sürgün sayısının 292 adet, cocopeat üzerinde bükme yapılmadan yetiştirilen bitkilerde ortalama çiçek sapı uzunluğu 56.1 cm ve m2’deki sürgün sayısının ise 537 adet olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak bükme işlemi ile daha kaliteli çiçeklerin elde edildiği, bükme yapılmayan bitkilerde ise verimliliğin daha fazla olduğu belirlenmiştir (Lieth ve Kim 1999).


Yatak Kültüründe Cocopeat’te Yetiştirilen ve Bükme Uygulanan Bitkilerden Görünüm

Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde bükme uygulaması ve budamanın verim ve kalite üzerine etkileri araştırılmıştır. Dört haftalık bir dinlenme periyodundan sonra 1.5 yaşındaki Mercedes ve Frisco gül çeşitlerinde sürgünlerin bir kısmı budanmış, bir kısmı da aşağıya yatay bir şekilde bükülmüştür. Hasatta flaştaki kör sürgünlerin bir kısmı bükülmüş bir kısmı da kesilmiştir. Araştırmada beş flaş incelenmiş, birinci ve ikinci flaş (1 Şubat-20 Nisan) süresince ilave ışık verilmiştir. Sonuçta; birinci flaşta her iki çeşidin verimlerinin daha yüksek olduğu, kör sürgün oranının kışın bükme uygulanan bitkilerde budama yapılan bitkilerden daha düşük olduğu, toplam gelişen sürgün sayısının ise yetiştirme tekniğiyle az etkilendiği saptanmıştır. Bükme veya kör sürgünlerin kesilmesinin Mercedes çeşidinde verimi artırırken Frisco çeşidinde verimi artırmadığı, bükme ile çiçekli sürgünlerin yüksekliğinin, bazı flaşlarda ise ticari verim kalitesinin arttığı belirlenmiştir. Mercedes çeşidinde budama ile sadece birinci flaştaki ilk çiçeklenmede kışın bükülen bitkilerden daha fazla verim alındığı, yetiştirme metodunun ise her iki çeşidin vazo ömrünü etkilemediği saptanmıştır. Zorlamanın başlangıcında kışın bükülen sürgünlerin faydalı olduğu, uzun saplı sürgünler arzu edildiğinde Mercedes gibi daha zayıf gelişen çeşitler için hasatta kör sürgünlerin bükülmesinin faydalı olacağı belirtilmiştir (Sarkka ve Rita 1999).

Hoog ve ark (2001), güllerin verim ve kalitesi üzerine bitki sıklığı, bükme ve hasat metotlarının etkilerini araştırmıştır. Araştırıcılar, Hollanda’daki modern gül üreticilerinin gittikçe artan bir oranda yüksek sistemleri kullanmaya başladıklarını, bu sistemde bitkilerin toprak seviyesinin üzerinde suni kök ortamlarında yetiştirildiklerini bildirmişlerdir. Bükülen dallar için boş alan yaratıldığı ve çalışma şartlarının iyileştirildiği belirtilmiştir. Bu sistemin kullanılmasıyla yetiştiricilerin alışık oldukları bitki şeklinin dışında yeni bir şekil oluştuğu, hasadın bitkinin sap dibine yakın veya çok yakın yapıldığında gülün tacının oldukça küçük kaldığı bildirilmiştir. Hollanda’da kullanılan yetiştirme sistemlerinde dalların düzenli olarak büküldüğü, bükmenin ise bitkinin ışıktan faydalanmasını artırdığı bildirilmiştir. Daha fazla ve düzenli bükülen dalların çeşitlere göre farklılık göstermesine rağmen daha az sayıda verim verdiği fakat güllerin ortalama sap ağırlıklarının ise daha yüksek olduğu saptanmıştır. Verimin (kg/m2) çeşitlere göre farklılık gösterdiği, bükmenin etkisinin ise sadece Frisco çeşidinde gözlendiği, Yaprak Alan Indeksinin (Leaf Area Index=LAI) bitki başına ve sezona göre farklılık gösterdiği ve her zaman bükmeyle etkilenmediği tespit edilmiştir. Bükülen dallar üzerindeki yaprakların daha yüksek bir fotosentetik fotosistem 2 etkisi gösterdiği, (fotosistem 2 olmazsa bitkiler gıda üretemez) bükülen saplar üzerindeki yaprakların hasat edilebilir dik saplar üzerindeki yaprakların sıcaklığından yaklaşık 1oC daha düşük olduğu saptanmıştır.

Pien ve ark., (2001), bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin optimizasyonunu araştırmıştır. Kesme gül yetiştiriciliğinde bükme tekniğinin çiçeklenen gül sürgünlerinin verim ve kalitesini artırdığından dolayı bu uygulamanın büyük bir başarı sağladığı, bu başarının genellikle bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yaprakları tarafından çiçeklenen sürgüne yüksek bir karbonhidrat içeriği sağlamasından kaynaklandığı belirtilmiştir. Bununla birlikte gölgelenmiş (ve daha yaşlı) yaprakların fotosentez oranının azaldığı, bunun sonucu olarak en altta bükülen sürgünlerin özellikle düşük tabii ışık yoğunluklarında karbon artışına yardım edemedikleri bildirilmiştir. Şubat ayında Rosa hybrida “Frisco” gül çeşidinde bükülen sürgünlerin yaprak kütlesinin altında, ortasında ve üzerinde fotosentetik foton flux yağunluğu (photosynthetic photon flux density=PPFD) ölçülmüştür. Bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksi (Leaf Area Index=LAI) aynı zamanda kaydedilmiş ve bükülen sürgünlerin yaprak alan indeksinin yaprak tabakasının ortasında 1.5-2 iken, bükülen sürgünlerin altında 4-5 olduğu tespit edilmiştir. Fotosentez oranı bükülen sürgünlerin yaprak seviyesinin altındaki ve üstündeki yapraklar için farklı ışık yoğunluklarında ölçülmüştür. Büküm tabakasının altındaki doymuş fotosentez oranının azaldığı, bükülen sürgünlerin üstündeki yapraklar için ise % 15’lik bir CO2 değişiminin ölçüldüğü saptanmıştır. Gece solunum oranının azaldığı ve ışık kompensasyon noktasının (asimile edilen CO2 miktarı ile dışarıya solunumla verilen CO2 miktarının eşit olduğu ışık şiddeti=fotosenteze başlamak için gereken en az ışık miktarı=300 lux) büküm tabakasının altındaki yapraklarda arttığı belirlenmiştir. Sınırlanmış ışık şartlarında daha alt tabakadaki ışık yoğunluğu ışık kompensasyon noktasının altına düşebilir, bu nedenle daha aşağıdaki yaprak tabakasının karbon dengesi olumsuz olabilir. Daha aşağıdaki büküm tabakasının bükülen sürgünlerin toplam karbon artışına yardımının olumsuz olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle onun yaprak alan indeksini sınırlamak daha iyi olabilirdi. Araştırma sonuçlarına dayanarak bükülen sürgünler üzerindeki fotosentez yapraklarının miktarını optimize etmek için, bükülen gül sürgünlerinde yaprak alan indeksinin 1-3.5 arasında tavsiye edildiği belirtilmiştir.

Ryan ve Erwin (2001), Rosa x hybrida L.’nin çiçek kalitesine taç şeklinin etkilerini belirlemek amacıyla yaptıkları bir araştırmada; Kardinal gül çeşidi sürgün bükme ve geleneksel olarak dikey terbiye edilen sistemde hydroponic bir solüsyonla sulanan kayayünü ortamında yetiştirilmiş, bütün hasat tarihlerinde sap uzunluklarının geleneksel sistemde 44.5- 54.5 cm arasında, bükülen sürgünlerde ise 68.1- 82.1 cm arasında değiştiği saptanmıştır. Çiçek büyüklüğünün bükülen sürgünlerde azaldığı, fakat geleneksel dikey sistemde Hazirandan Eylüle kadar azalmadığı belirlenmiştir. Bununla birlikte bütün hasatlarda çiçek çapının bükülen sürgünler üzerinden hasat edilen sürgünler üzerinde, geleneksel sistemde yetiştirilen bitkilerdeki sürgünler üzerindekilerden % 14 daha büyük olduğu, taç yönetim sistemi ve hasat tarihlerinin vazo ömrüne etkisinin olmadığı, çiçeklerin vazo ömürlerinin ise 9-13 gün arasında değiştiği tespit edilmiştir.

Tjosvold (2001.), tarla toprağında yetiştirilen ticari sera güllerinin verim ve kalitesi üzerine sürgün bükme uygulamasının etkilerini araştırmıştır. Bu amaçla araştırmada toprakta yetiştirilmiş ve geleneksel terbiye edilmiş 8 yaşındaki ticari sera gülleri başarılı bir şekilde bükme sistemine dönüştürülmüştür. Beş gül çeşidinin bulunduğu seradaki bitkilere hem bükme hem de geleneksel terbiye sistemi uygulanmış, her iki sisteminde de verim ve kalite bir yıl süreyle gözlenmiştir. Sonuç olarak; bükme uygulamasıyla üretimin 4 çeşitte % 2-22 oranında, taze ağırlığın ise % 2.8-10.2 oranında arttığı, bir çeşitte üretimin % 13 oranında, taze ağırlığın ise % 8.8 oranında azaldığı saptanmıştır. Bükme uygulaması ile sap uzunluğunun 3 çeşitte % 1.3-3.9 oranında arttığı, iki çeşitte ise % 0.7-0.8 oranında azaldığı belirlenmiştir. Sonuçta; önemli çeşitlerin verim ve kalitesi üzerine sadece bükmenin olumlu bir etkiye sahip olduğu belirtilmiştir.

4.13. Güllerin Budanması

Dikimden sonra sürgün gelişiminin başlamasıyla birlikte budama işlemine geçilir (Uzun, 1985; Anonymous, 1990).

Güllerde budamanın dört ana nedeni vardır.

1. Gençleştirme

2. Verimi arttırma

3. Kaliteyi arttırma

4. Form (şekil) verme

Geleneksel Üretim Sisteminden Bir Görünüm (orijinal) (Lieth, 1999)

Güller her yıl ne kadar iyi bakılırsa bakılsın, zamanla kartlaştığı, dalların kısalıp gelişmediği, kurumuş bir hal aldığı görülür. Bu durumda, güllerin keskin bir aletle aşı noktasının üstünden kesilmesi hem gençleştirmeye, hem de verimli ve kaliteli çiçek elde edilmesine yardımcı olur. Gençleştirmenin söz konusu olmadığı, veriminde iyi olduğu güllerde yapılan budama form içindir. İyi bir form için ‘V’ şeklinde budama gerekir. Güllerde budama zamanı kış sonu veya ilkbahar başıdır.

Gül fidanlarında budama üç şekilde yapılır.

a).Uzun Budama (yumuşak budama):

Dalların dipten itibaren 5-10 göz bırakılacak şekilde kesilmesiyle gerçekleşir. Bu tip budama çok kuvvetli, sağlıklı gelişen güllerde, melez çay güllerinde, sarılıcı güllerde uygulanırlar.

b).Kısa Budama (sert budama):

Dallar dipten itibaren 2-4 göz üzerinden budanır. Bu tip budama genç sürgünlerin kuvvetli veya dayanıklı olmasına, çiçek dallarının da daha uzun ve kuvvetli olmasını sağlar. Zayıf, güçsüz, verimli olmayan güllerin çoğu bu şekilde budanır.

c).Karışık Budama:

Gül fidanındaki dalların kuvvet, kalınlık, uzunluk, yaş ve verim gibi faktörler göz önünde bulundurulmak suretiyle yerine göre uzun, yerine göre kısa budanmasıdır. Cinsleri ne olursa olsun pratikte güller şu şekilde budanmalıdır:

1.yıl 2 göz üzerinden,

2. yıl 3-4 göz üzerinden,

3.yıl 5-6 göz üzerinden,

4.yıl 2-3 göz üzerinden.

Bu şekilde yapılan budamayla güllerin hem şekillerini korumuş olur, hem de ömürleri uzamış olur. Budanan fidanlar derhal sulanmalı, sulamayla birlikte sulandırılmış gübre verilmelidir. Budamanın sabah veya akşam üstü serinliğinde sonbahar-ilkbahar arasında yapılması uygundur (Korkut, 1998). Yetiştiricilik sırasında budamadan sonra uç alma işlemlerine devam edilir. Karagüzel ve Ayanoğlu (1996) tarafından yapılan bir çalışmada; budama ve uç almanın çiçek verimi ve çiçek sapı uzunluğuna etkisi araştırılmış, budamada gecikmenin çiçeklenmenin gecikmesine ve verimde düşmeye neden olduğu, çiçek sapı uzunluğunun ise budama ile etkilenmediği saptanmıştır.

4.14. Güllerde Uç Alma Teknikleri

Güllerde, dallanma, uzun sap ve büyük çaplı çiçekler elde etmek için çeşitli şekillerde uç alma yapılır. Uç almanın esası çiçek tomurcuğunu bitkiden kaldırmak ve sonraki çiçeklenmeyi teşvik etmektedir. Yılda 3-4 kere uç alma uygulanarak bir miktar çiçek kaybedilir. Fakat buna karşılık istenen zamanda çiçek elde edilir (Mengüç, 1996).

Koltuk Filizleri ve Tomurcuk Alma

Güller genel olarak dipten itibaren bir veya iki kalın dal ve çok sayıda ince dal meydana getirirler. Kaliteli gül yetiştiriciliğinde, bitkilerin dipten itibaren birkaç kalın dal meydana getirmesi istenir, bu da ‘uç alma tekniği’ ile sağlanabilir. Yeni dikilen güller, gelişmeye başladıktan sonra sürgün gelişimi dikkatle gözlenmeli, sürgünler 2,5-3 cm olunca ikinci veya üçüncü beş yaprakçıklı yaprağın hemen üzerinden sürgün ucu kopartılmak suretiyle “Erken Uç Alma” tekniği uygulanmalıdır. Bu yöntemle, meydana gelen sürgünlerin daha kalın çaplı olması, bitki üzerinde küçük çapta sürgün kalmaması ve sürgünler üzerindeki yaprakların da en büyük ölçülerine kadar gelişmesi sağlanmış olur.

Doğal olarak gelişen kuvvetli, orta kalınlıktaki gül sürgünleri çiçek tomurcukları görülene dek gelişmelerine izin verilir. Daha sonra üstteki ilk beş yaprağın altından kesilirler. Bu şekilde ‘Yumuşak Uç Alma’ tekniği uygulanan güllerin daha uzun saplı olması sağlanmış olur.

Güllerden uzun saplı ve kaliteli gül elde edilmesi için ‘Sert Uç Alma’ uygulanır. Sürgünler alttaki iki adet beş yaprakçıklı yaprağın üzerinden kopartılır (Korkut, 1998). İyi ve kaliteli gül yetiştirebilmek için erken veya yumuşak uç alma işlemi iyi seçilerek uygulanmalıdır (Mengüç, 1996).

Filiz alma, güllerde çiçek sapı ve buna bağlı olarak da çiçek tomurcuğu sayısını kontrol altında tutmak amacıyla yapılır. Çünkü uç alma ile ikinci ve üçüncü derecede ki gözlerin sürgün yapmaları teşvik edilmiş olur. Bunlardan en üst noktadaki bırakılırken, diğerleri alınarak kontrol yapılır. Güllerde ayrıca çiçek sapı üzerindeki tepe tomurcuğundan başka, çeşit özelliğine göre 2-4 arasında değişen sayıda ikinci derecede çiçek tomurcukları da vardır. Bunlar nohut iriliğine gelince elle kopartılarak alınmalıdır. Bu şekilde tepe tomurcuğunun gelişimi engellenmemiş olur (Korkut, 1998).

Uç alma ile çiçek kesimi de programlanabilir. Zira uç almadan çiçek kesimine kadar geçen süre bellidir. Özel günlerde daha fazla çiçek almak için uç almalar sayılır ve o günlerde yaklaşık olarak kesilecek çiçek sayısı tahmin edilebilir. Bunun için sert veya yumuşak uç alma uygulanır. Uç almadan çiçek kesimine kadar olan süre, hava koşulları normalden daha iyi ise daha erken; daha kötü ise daha geç olur. Bu durum, sıcaklık ayarlaması ile istenen zamana uygun hale getirilir (Mengüç, 1996).

4.15. Güllerde Ürün Programlama

Güller, genel olarak dikimden itibaren kesime kadar üç aylık bir zamana ihtiyaç duyarlar. Verimi pazar koşullarına göre ayarlayabilmek ve belirli periyotlarda münavebeli olarak çiçek elde edebilmek amacıyla bir ürün programlaması yapmak önemlidir (Korkut, 1998). Genel olarak, ‘Sert Uç Alma’ çiçek programlama budama ile başlar. Diğer kültürel işlemler de budamaya göre ayarlanır. Ürün programlamaya budama ve uç alma yanında kültür şekli, ışık durumu, sıcaklık dağılımı, sulama yöntemi, gübreleme gibi birçok faktör etki eder. Örneğin, soğuk ve bulutlu havalarda çiçeklenme ağırlaşır; ılık ve sakin havalar goncaların irileşmesini hızlandırır. Sıcaklık ve bol ışık çiçeklenmeyi arttırır, topraktaki nem azlığı ise gelişmeyi yavaşlatır (Mengüç, 1996).

Genel olarak geç ilkbaharda veya yazın bu süre 5-6 hafta iken, kışın 8 haftaya kadar çıkar. Bunun dışında ‘yumuşak uç alma’ uygulananlar ‘sert uç alma’ uygulananlara göre 3-7 gün gibi daha fazla bir sürede kesime gelirler. Bu arada seradaki sıcaklık değişmeleri de dikkate alınmalıdır. Serada daha düşük sıcaklık gösteren tarafta uç alma 3-7 gün önce yapılmalıdır. Diğer taraftan gülün sap uzunluğu da kesim zamanını etkileyen bir faktördür. Uzun saplı güller, olgunlaşmaları için daha fazla zamana ihtiyaç gösterirler (Korkut, 1998). Çeşit özelliğine göre orta boy sap yapan (40-60 cm) çeşitler, daha kısa ve daha uzun sap yapan çeşitlere göre daha önce çiçeklenirler. Buna karşılık, kısa sap yapanların çiçeklenmesi daha uzun zaman almaktadır.

Noel ve yılbaşında çiçek alabilmek için 17-21 Ekim tarihleri arasında sert uç alma veya 21-25 Ekim tarihleri arasında sert uç alma yapılmış olmalıdır. Ancak bu tarihlerden sonra sera koşullarının optimum düzeyde olması gereklidir. Koşullar olumsuz olduğunda, sera sıcaklığı 4-50C düşürülerek veya yükseltilerek ürünün istenen zamanda elde edilmesi sağlanabilir. Ancak bu ayarlama birden değil, gecede 10C olmak üzere birkaç günde yapılmalıdır. Özellikle son 15-20 günde gece sıcaklığına çok dikkat edilmelidir (Mengüç, 1996).

4.16. Çiçek Kesimi

Pazara yakınlık, pazar istekleri, çeşit özellikleri hasadı belirleyen faktörlerdir. Genel olarak kesim zamanı çanak yaprakların geriye kıvrılmaya başlamasından sonra, çiçek sapına dik bir hal aldığı zaman (çok genç gonca devresi) yada tümüyle geriye kıvrıldığı dönemde (genç gonca devresi) yapılır (Uzun, 1985).

Bir gül sürgünü incelendiğinde, sürgünün orta kısmında 2-5 adet beş yaprakçıklı yaprak, bunların hemen altında ve üstünde birçok üç yaprakçıklı yaprak ve dar yaprakçıklar bulunmaktadır. Gül tomurcuğunun hemen altında bulunan, sırasıyla; dar, uzun yaprakçık, üç yaprakçıklı yaprak ve ilk beş yaprakçıklı yaprakların dibindeki tomurcuklar sivridir. Bunların altındaki yaprakların dibindekiler ise yuvarlaktır. Sürgünün en altındaki dar yaprakçıkların dibindeki gözler ise daha düzdür.

Gül sürgünü üzerindeki tomurcukların durumunu bilmemizin, çiçek kesiminde büyük önemi vardır. Eğer bu tomurcuklar çiçeklenmeye bırakılırsa, sivri olanlar kısa saplı güller, dolayısıyla kalitesiz güller meydana getirecektir (Kokut, 1998). Kesim zamanı çeşitlere göre değişir. Örneğin sarı renkli formlar pembe ve kırmızılara göre daha kapalı durumda kesilirler. Kırmızı ve pembe renkli çeşitler dış petallerden 1 veya 2’si açılmaya başlayınca kesilirler. Eğer çiçekler erken kesilirse, tomurcuklar açılmaz. Ağustos’tan sonra bitkide olabildiğince fazla yaprak bırakılmalıdır. Böylece bitkiler sonbahara kadar kendilerini toparlarlar. İlkbahar ve sonbaharda çiçekler, genellikle sapın 1-1.5 cm’lik kısmı bitkide kalacak şekilde kesilmelidir. Bu kısımdaki uyur gözlerden kuvvetli sürgünler çıkar. Eğer, bu odun kısmı kuvvetli değilse, buradan çıkan sürgünler de zayıf olur ve kör sürgün oluştururlar. Yılda kök başına 27-28 çiçek kesilebilir. Kesim tercihen öğleden sonra yapılmalıdır (Mengüç, 1996). Hasatta geç kalınmamalıdır, aksi takdirde vazo ömrü kısalır. Çiçek hasadında, kesim yerinin altında sürgün üzerinde 2-3 adet 5 yaprakçıklı yaprak kalmalıdır (Anonymous, 1990; Hatiloğlu, 1992; Söhne, 1997). Hasattan sonra çiçeklere mümkün olduğunca çabuk su çektirilmelidir, ardından 4 0C’de 12 saat süreyle bekletilmelidir (Canbazoğlu ve Akbulut, 1997).

Güllerde verim; çeşide, yetiştirme yöntemlerine ve ekolojik koşullara bağlı olarak değişim gösterir. Kısa saplı varyetelerin verimi daha yüksektir. Kısa saplı varyetelerde m2’den yılda 150-200 çiçek alınabilmesine karşın, uzun saplı varytelerden 150-180 çiçek alınabilmektedir. Bir yılda 6 flaş meydana gelir. Noack ve Hentic (1972), Hybrid Tea’lerde verimin 90.000-120.000 adet/da kesme çiçek olduğunu belirtmektedir. Moe (1975) sera sıcaklığını 180C’dan 150C’a düşürdüğünde % 30 verim kaybı olduğunu ve m2’den 43 adet çiçek kestiğini belirtmektedir. Bhattocharjee (1991) tarafından yapılan bir araştırmada; Yeni Delhi’de çiçek üretimi bakımından en uygun dönemin Aralık- Nisan, en düşük verimin 1.4 adet/bitki, en yüksek verimin ise 9 adet/bitki olduğu tespit edilmiştir.

Verim kriteri yanında, çiçek sapı uzunluğunun, çiçek çapının, gonca uzunluğunun ve vazo ömrü gibi kalite faktörlerinin de dikkate alınması gerekir. Anderson ve ark. (1999), uzun saplı gül üretiminin Amerika’da son zamanlarda önemli olduğuna, hasat için geçen sürenin 59 gün, ortalama sap uzunluğunun ise 54 cm olduğunda da dikkati çekmektedir.

Çiçek sapı uzunluğuna göre güller; özel 60-80 cm, ekstra 53-60 cm, uzun boylu 45-53 cm, orta boylu 38-45 cm, kısa boylu 30-38 cm olmak üzere sınıflandırılır (Canbozoğlu ve Akbulut, 1997). Vazo ömrü üzerine seralarda kök bölgesi ve hava sıcaklıklarının etkisi önemli olmaktadır (Montersan and Gislerod, 1996). Hava sıcaklıklarındaki (18-220C) artışa paralel olarak vazo ömrün de artış, buna karşın kök bölgesindeki sıcaklığın artmasıyla vazo ömründe düşüş olduğuna da değinilmektedir.

4.17. Depolama

Kesilen güller hemen ılık suya konularak 4-50C hava sıcaklığındaki depolarda (Korkut, 1998) , 12 saat süreyle saklanmalıdır. Bu dinlendirmede çiçekler iyice su çeker ve

sapları sertleşir. Çiçekler uzun süre muhafaza edileceklerse, suya konmadan +1 0C ve 2 hafta süreyle muhafaza edilebilirler. Bunun için hava geçirmeyecek ve nem almayacak şekilde bir depoya konulmalıdır (Mengüç, 1996). Depolamadan sonra sapların ucu biraz kesilerek 27-300C’deki sıcak suya batırılmalıdır. Bu arada ortam sıcaklığının 4-50C olması önerilmektedir (Korkut, 1998).

4.18. GÜL YETİŞTİRCİLİĞİNDE GÖRÜLEN FİZYOLOJİK BOZUKLUKLAR İLE HASTALIK VE ZARARLILARI

Gül yetiştiriciliğinde karşımıza çıkan en büyük sorunlar ‘Kör Sürgün’ ve ‘Bozuk Baş’ oluşumudur.

4.18.1. Kör sürgün:

Güllerin generatif gelişmeye başlaması gerekirken, vejetatif devrede kalarak yaprak açmaya devam etmesi, böylelikle sapın ucunda çiçek meydana gelmemesi olayıdır. Yüksek ışık intensitesi ve yüksek sıcaklık ile kör sürgün arasında ters bir orantı vardır. Işık intensitesi ve sıcaklık arttıkça kör sürgün oranı azalmakta (% 14-15), tersi durumda % 40’a yükselmektedir. Bununla beraber 210C’nin üzerindeki sıcaklıklarda kör sürgün oranı tekrar artış göstermektedir. Ayrıca gece gündüz arasındaki sıcaklık farkının yüksek olması da kör sürgün oranını arttırır. Budama şekli de kör sürgün oranına etki eden önemli bir faktördür. Kuvvetli budama zayıf budamaya göre kör sürgün oranının artmasına neden olur (Korkut, 1998).

4.18.2. Bozuk Baş:

Gül tomurcuklarının ortasındaki petallerin tam olarak gelişemeyerek yassı ve ondüleli bir şekil almasıyla ortaya çıkar. Bozuk baş oranı da kör sürgünde olduğu gibi düşük sıcaklık, zayıf ışık intensitesi ve kuvvetli budama ile artış göstermektedir.

4.18.3. Külleme (Sphaerotheca pannosa):

Bitki üzerinde beyazımsı bir toz meydana getirirler. Sporlarını çevreye yayarak kolayca gelişirler.

4.18.4. Karaleke (Diplocarpon rosae):

Yaprak dökümlerine neden olur. Yapraklar kuru tutulursa sporları çimlenemez ve böylece mücadelesi de yapılmış olur.

4.18.5. Kanser:

Hastalıklı yerler kesilerek çıkarılır.

4.18.6. Gül pası (Phragmidum mucronatum):

Yapraklarda sarı lekeler meydana getirirler. Dallarda dikine çatlaklar oluşur. Zinepli ilaçlamalarla mücadele edilir.

4.18.7. Verticulum Solgunluğu:

Sapta sararmalar meydana gelir. Hastalıklı dallar kesilmeli, toprk sürülmeli, havalandırılmalı, iyi bir drenaj sağlanmalı, fosforlu ve azotlu gübreleme yapılmalıdır.

4.18.8. Virüsler:

Yapraklarda bozukluklar meydana getiriler. Fakat fazla zarar vermedikleri sanılmaktadır.

4.18.9. Kırmızı Örümcek (Tetranychu stelaris):

Bitki öz suyunu emerek bitkiye zarar verirler. Yaprağın yeşil rengi kaybolur, yanık bir görünüm alır. Daha sonra yapraklar dökülür. Mücadelesi sistemik etkili ilaçlarla yapılır.

4.18.10. Yaprak Bitleri (Aphis pami):

Özellikle yeni süren yaprak ve goncalarda görülür. Çiçeklerde deformasyona neden olurlar. İnsektisitlerle yapılan mücadelede olumlu sonuç alınmaktadır.

4.18.11. Gül Kabuklu Biti (Leconium sp):

Nisan-Mayıs aylarında, koşnilin kabarmaya başlamasından yumurtlama dönemine kadar sistematik etkili ilaçlarla mücadele yapılır.

4.18.12. Gül Güvesi (Platyptilia rhododoctyla):

Güve görüldüğünde, insektisitlerle 15 günlük aralarla mücadele edilir.

4.18.13. Gül Yaprak Arısı (Arge rosae):

Sürgünlerin içindeki yeşil renkli, 12 cm boyunda ve tırtıla benzeyen bu zararlılar filizleri kırar, kurutur ve yerler.

4.18.14. Gül Arısı (Sprista parreysi):

Bir yıllık filizlerin içinde yaşar. Bu filizlerin kurumasına neden olur. Hastalıklı sürgünler temizlenmeli ve insektisitlerle mücadele edilmelidir.

4.18.15. Gül Hortumlu Böceği (Rhynchites hungaricus):

Güllerin tomurcuğunu sokmak suretiyle zarar verirler. Sokulan tomurcuklar açılmadıkları için zarar büyük olur. İnsektisitlerle mücadele edilir.

4.18.16. Gül Gal Böceği (Agrilus chrysoderis):

Galli dallar kış sonu budamalarında temizlenir. İnsektisitlerle mücadele olumlu sonuç vermektedir (Mengüç, 1996).

Güllerde en çok görülen Külleme, Pas, Mildiyö, Yaprak ve Sap Lekesi, Siyah Leke, Kök Çürüklüğü gibi hastalıklar ve Gül Pseuronu, Alfidler, Gül Filiz Arısı, Gül Kabuklu Biti vb. zararlılara karşı kültürel ve kimyasal savaş yapılmalıdır. Bunun için; genel olarak işletmelerde temizliğe çok dikkat edilmeli, toprak ve sera dezenfekte edilmeli serada havalandırma sağlanmalı, fazla nemden daima kaçınılmalı, fazla azotlu gübre kullanılmamalı, gece-gündüz sıcaklık farkının çok olmamasına dikkat edilmelidir. Kimyasal savaş olarak özellikle Mildiyö ve Küllemeye karşı sık sık kükürtlü preparatlar ve organik fungusitlerle ilaçlama yapılmalıdır (Korkut, 1998).

KAYNAKLAR

Abak, K., Sevgican, A., Çolakoğlu, H., Eryüce, N., Gül, A., Baytorun, N., Çelikel, G., Paksoy, M., 1994. Sera Tarımında Topraksız Yetiştirme Üzerinde Araştırmalar. Tubitak Proje No: TOAG-884, Adana.

Anonim, 1999. Antalya Kesme Çiçek İhracatçıları Birliği, Kesme Gül İhracatı 1999 Yılı Kayıtları, Antalya.

Anonim, 2000a. Devlet İstatistik Enstitüsü Kayıtları, Ankara.

Anonim, 2000b. Antalya Kesme Çiçek İhracatçıları Birliği, Kesme Gül İhracatı 2000 Yılı Kayıtları, Antalya.

Anonim, 2001. Antalya Kesme Çiçek İhracatçıları Birliği, Kesme Gül İhracatı 2001 Yılı Kayıtları, Antalya.

Gül, A., 1990. Topraksız Tarım Uygulamaları. Türkiye V. Seracılık Sempozyumu, s: 411-419, İzmir.

Gül, A., 1991. Topraksız Kültür Yöntemiyle Yapılan Sera Domates Yetiştiriciliğinde Uygun Agregat Seçimi Üzerinde Araştırmalar. E.Ü. Fen Bil. Enst. Doktora Tezi, Bornova, İzmir.

Harris, D., 1970. Hydroponics (The Gardening Without Soil)-Purnell ans Sons Ltd. London.

Hoog J., Warmenhoven, M., Eveleens,-Clark, B., Mourik, N., Marissen, N., 2001. Effects of Plant Density, Harvest Methods and Bending of Branches on The Production and Quality of Roses. Acta Hort. 547: 311-317.

Lieth, H., 1998. To Pinch or Bend?. Manipulating Cut Rose Quantity and Quality in Greenhouse Production. Growing Points. Department of Environmental Horticulture, University of California, Vol: 2, Number: 3, Davis, USA.

Lieth, H., Kim, S., 1999. Development of Optimal Rose Canopy Management Strategies for Rose Growers: “Bending” versus “Traditional Production”. Final Report to Roses Inc. And Joseph Hill Memorial Foundation. Environmental Hort., University of California, Davis, USA.

Mengüç, A., 1996. Süs Bitkileri. Anadolu Üniv. Yayınları No: 904, Açıköğretim Fakültesi Yayınları No: 486, s: 73-92, Eskişehir.

Okhawa, K., Suematsu, M., Fischer, G., Angarita, A., 1999. Arching Cultivation Techniques for Growing Cut-Roses. Acta Hort. No: 482, 47-51.

Özzambak, E., 2001. Dünyada ve Türkiye’de Süs Bitkileri Sektörü İçinde Kesme Çiçeğin Yeri ve Önemi. Kesme Çiçek İhracatçıları Derneği I. Sektör Toplantısı (28.11.2001), Dedeman Otel, Antalya.

Ryan, M. W., John, E. E., 2001. Canopy Management System Affects Quality of Cut Stems of Rosa xhybrida L. HortScience vol:36, no: 3. The 98th Conference of The American Society for Horticulture Science, 22-25 July, California.

Sarkka, L.E., Rita, H.J., 1999. Yield and Quality of Cut Roses Produced by Pruning or by Bending Down Shoots. Gartenbauwwissenschaft, Vol: 64, Issue: 4

Sevgican, A., 1999. Örtüaltı Sebzeciliği (Topraksız Tarım). Cilt: II, E.Ü. Ziraat Fak. Yayınları No: 526, Bornova, İzmir.

Sevgican, A., 2000. Topraksız Tarım. III. Sebze Tarımı Sempozyumu, s: 280-284, 11-13 Eylül, Isparta.

Söhne, W.K., 1997. Cut Rose Cultivation in Greenhouses. Rosenschulen GmbH&CoKG, Rosenstrasse 54 D-25365, Klein Offenseth-Sparriesshoop.

Tjosvold, S.A., 2001. Effect of Bending on Production and Quality of Commercial Greenhouse Roses in Field Soil. Acta Hort. 547: 299-302.

Türkay, C., 2000. Kesme Çiçek Dış Pazar Araştırması. T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Mekezi, Araştırma ve Geliştirme Başkanlığı Tarım Dairesi, Ankara.

Verdonck, O., 1991. Horticultural Subsrates, Int. Course on Vegetable Production. Wageningen, pp:95, Holland.

SÜS BİTKİLERİ SEKTÖRÜ adlı konuya yorum yapmak ister misin? Etiketler

*

*

Yorum yapmak ister misin?

Acilservis.pro - Hakaret, imla kurallarına uymayan ve konu ile alakasız yorumlar kesinlikle onaylanmayacaktır.